BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ
BOSNA-HERSEK
TRABİNJE
07.08.2017, Saat 16.00 gibi Trabinje’deki otelimize
varıyoruz. Eşyalarımızı yerleştiriyoruz. Hotel Leotar (4 yıldız). Hem bir cami bulup ikindi namazını
kılmak, hem de şehri dolaşmak için eşimle çıkıyoruz. Akşam yemeği otelde saat 19.00
da yenilecek ve Saat 20.00’de Dubrovnik’e gitmek üzere otobüsümüz hareket
edecek. Trabinje (Trebinye), Bosna-Hersek'ın Sırp
Cumhuriyeti'nde bulunan yaklaşık 12.000 nüfuslu bir şehri. Ülkenin
güneydoğusunda yer almaktadır. Trebişniça Nehri şehrin içinden akmaktadır.
Şehir nehrin iki kıyısına kurulmuş. Şehrin iki yakası köprülerle bir birine
bağlanmış. Otelimiz ile nehrin arasında bir yol var. Nehrin öbür tarafında iki
minare görünüyor. Nehrin karşısına , şehir merkezine köprüden geçiyoruz. Orada
bir parkta biraz oturuyoruz. Sonra şehri şöyle bir turluyoruz. Namaz kılmak
için minarelerini gördüğümüz camiye geliyoruz. Ancak cami kapalı. Sırplar
camiyi müzeye çevirmiş. Biraz ilerideki camiye gidiyoruz. Orada namaz
kılınıyormuş ama orası da kapalı. Çaresiz otelimize dönüp namazımızı odamızda
kılıyoruz. Sonra yemeğe geçiyoruz. Menü: Alabalık, haşlanmış patates, salata ve
meyve. Yemekten sora saat 20.00 gibi Dubrovnik’e gitmek üzere otelden
ayrılıyoruz.
Trabinje |
Dubrovnik-Trebinje arası 31 km. yarım saatlik yol. Tabii
sınırdan çabuk geçebilirsek. Bosna-Hersek sınırını sorunsuz geçiyoruz. Ama
Hırvat sınırında uzun süre bekliyoruz. Akşam namazını ara bölgede yol kenarında
bulduğumuz yerde kılıyoruz. Gece Saat 22.00 gibi Dubrovnik’e varıyoruz.
Dubrovnik gezimizi tamamlayıp yine aynı gece Trabinje’ye geri dönüyoruz.
08/08/2017- Salı, bugün gezimizin 4. Günü. Saat 8.30 da
Trebinje’den ayrılıyoruz. Hedefimiz Poçitel. Yaklaşık 2 saatlik yolumuz var. Sırp
bölgesinde olduğumuzu tabelâlardan anlıyoruz.Sırp bölgesinde tabelâlarda
yerleşim yerlerinin adları önce Kiril alfabesiyle, sonra da Latin alfabesiyle
yazılı. Boşnaklara ait bölgelerde ise önce Latin, sonra Kiril alfabesiyle
yazılı. Evler ise çatılarından anlaşılırmış. Sırpların evleri genelde iki
akıntılı, Boşnakların evleri ise dört akıntılı olurmuş. Zaten Müslüman
köylerinde cami ve minareleri, Sırp köylerinde ise kiliseleri ve çan kulelerini
görüyoruz. Yolda bir Sırp köyü yakınlarında mola veriyoruz. Kimimiz oradaki
tesiste, kimimiz de tesiste oturacak yer olmadığı için otobüste çayımızı,
kahvemizi içiyoruz. 2 saatlik yolculuk sonunda Poçitel köyüne varıyoruz. Uzaktan
Dağın tepesindeki Poçitel Kalesi ve gözetleme kuleleri harika görünüyor.
POÇİTEL
Poçitel Kalesinden Köy manzarası |
Poçitel, Bosna- Hersek’in güneyinde, dağın eteğinde tarihi bir köy. Alt tarafından gürül gürül Neretva nehiri akıyor. Burası 1444 yılında Osmanlı devletinin eline geçmiş. Köyün girişindeki meydanda köylü kadınlar, meyve, meyve suyu ve hediyelik eşyalar satıyorlar. Dar taş sokaktan yukarıya doğru çıkıyoruz. Yolun sağında solunda yine hediyelik eşyalar satılıyor. Çıkarken yolun sol tarafında tarihi medrese ve hamamı görüyoruz. Yukarıda sağ tarafta Şişman İbrahim Paşa Camiine geliyoruz. Caminin bahçesine girişte bir bekçisi var. Giriş ücretli ama bizden fotoğraf çekmemek kaydıyla ücret almıyor. Bu benim buraya ikinci gelişim. Daha önce caminin fotoğraflarını çekmiştim. Caminin avlusunda hediyelik eşya satanlar var. Buradan üzerinde Poçitel kabartma resmi bulunan hediyelik eşya alıyoruz. Oradan aşağıya inip Ademin yerinde çay içiyoruz. Adem, Bosna savaşında kolunun birini kaybetmiş bir gazi ve de Türk. Kale yüksek olduğu için sıcakta çıkmaya cesaret edemiyoruz. Biz çıkmıyoruz, ancak gruptan bazı arkadaşlar çıkıyor.
Poçitel gerçekten
medresesi, hamamı, kervansarayı, taş evleri, daracık taş sokakları ve tepedeki
kalesiyle çok güzel tarihi bir Osmanlı köyü. Blagay’a gitmek üzere Poçitel köyünden
ayrılıyoruz.
BLAGAY
Blagaj (Blagay); Bosna-Hersek’in Hersek bölgesinde, Mostar kentine yakın küçük bir
kasaba. Burasını ünlü kılan Blagaj Alperenler Tekkesi. Blagay, Neretva nehrinin önemli kollarından birsi olan “Buna Nenri” nin
doğduğu yerde kurulmuş. Küçük ama harika manzaraya sahip bir yerleşim yeri. Nehrin
doğduğu mağaranın hemen kenarında BlagaJ (Blagay) Alperenler Tekkesi var. Bu
tekke 1465’te, burası Osmanlı Devletinin eline geçtikten sonra kurulmuş Sarı
Saltuk tekkesi. Buraya da ikinci gelişim. Yerleşim yerinden geçip doğru
Alperenler Tekesine gidiyoruz.
Blagay Alperenler Tekkesi |
Buna Nehri’nin doğduğu yer |
Buna Nehri ve Alperenler Tekkesi |
Abdestlerimizi alıp
tekkeye giriyoruz. Tekkenin bölümlerini geziyoruz. Dervişanın zikir
yaptığı yer, namaz kılınan yer, içinde ocaklık bulunan muhtemelen mutfak olarak
kullandıkları yer, içinde hamamtaşı
bulunan banyo, gördüklerimiz arasında. Tekkede Sarı Saltuk ve Aşık Paşa’nın da
türbeleri var. Duvarda asılı bir levhada şu bilgi yer alıyor: “Sarı Saltuk
Türkistanın Horasan bölgesinden bir hicret emri üzerine 700 arkadaşıyla yola
çıkan (Muhammed Buhari) Sarı Saltuk Alperen denilen yiğit dervişlerden biri. Anadolu
ve Rumeli fethinde arkadaşlarıyla beraber büyük rol oynamış, ulaştıkları
coğrafyadaki insanların gönüllerine girerek İslâmiyet’in hoşgörüsünü,
güzelliğini arzetmiştir. 93 yıllık hayatı boyunca kendisini İslâmiyet’in
hizmetine vermiş, insanlara doğruluğu, iyilik yapmayı, kalp kırmamayı anlatmaya
çalışmıştır. Aşık Paşa ile beraber bu türbede yatmaktadır.”
Balkan coğrafyasının Müslümanlaşmasında tekkelerin büyük rol
oynadığını biliyoruz. Bu gün de bu coğrafyada birçok yerde tekkelerin hala
aktif bir şekilde hizmet verdiğine tanık oluyoruz. Cumhuriyet döneminde
tekkeler ve zaviyeler kapatıldıktan sonra birçok tekke merkezlerini balkanlara
taşımış.
Tekkede namaz kılarken |
Vakit gelince görevli öğle ezanını okuyor. Cemaatle
namazlarımızı kılıp tekkeden çıkıyoruz. Buna Nehri’nin karşı tarafına geçip
köfte siparişlerini veriyoruz. Yaklaşık
15 dakika sonra ızgara köftelerimiz, ayran ve bizdeki bazlamaya benzeyen
pidelerimiz geliyor. Alelacele yiyip, otobüsümüze yöneliyoruz. Otobüsümüzün
yanına vardığımızda Çanakkale’den gelen bir başka kafileyle karşılaşıyoruz.
Herkes tamam olunca otobüsümüze binip Mostar’a gitmek üzere hareket ediyoruz..
Boşnak Köftesi |
Buna nehrinin çıktığı mağara |
MOSTAR
Mostar; 1468 yılında Osmanlının hakimiyetine girmiş. Boşnakçada “MOST” köprü demekmiş. ”Mostar” ise köprü tutan anlamına geliyormuş. Bugünkü Mostar Köprüsü Mostar halkının isteği üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’ın talebesi Bosnalı Mimar Hayrettin‘e yaptırılmış. Köprü 1557-1566 yılları arasında yapılmış. Yıkılmadan önce üzerindeki kitabede bitiş tarihi olarak 1566 yazılmaktaymış. Kemerin yüksekliği 12.06 metreymiş. Köprü Bosna-Hersek bağımsızlık savaşı sırasında 9 Kasım 1993’te Bosna’daki Hırvat milisler tarafından açılan top ateşi sonunda yıkılmış.Taşları Neretva nehrine gömülmüş.Köprü ÜNESCO tarafından tekrar yaptırılmış. Finansmanını UNESCO ve DÜNYABANKASI karşılamış. Konsorsiyumda Türk şirketler de yer almış. Nehre düşen taşlar çıkarılmış ve yapımında tekrar kullanılmış. Köprü kemerinin yapımına 17.04.2002 senesinde başlanmış. 31.12.2003 senesinde bitirilmiş. 23.07.2004 tarihinde de köprünün açılışı yapılmış.20 milyon dolara mal olan köprü için Türkiye de 1 milyon dolar bağışta bulunmuş. Köprü orijinaline sadık kalınarak yapılmış. Köprünün Kemeri bir Türk şirketi tarafından yapılmış.
Köprüsüyle tanıdığımız bu şehrin ortasından Neretva Nehri geçiyor. Burada Hırvatlar ve Boşnak Müslümanlar birlikte yaşıyor. Aralarını bir cadde ayırıyor. Hırvat tarafında dağın tepesinde büyük bir haç görüyoruz. Katolik Hırvatlar dikmişler.
Haç’ın Mostar’dan görünüşü |
Otobüsümüzü Mostar köprüsünün
yakınlarında uygun bir yere durdurup köprüye doğru yürüyoruz. Köprünün taşları
çok kaygan. Eğer dikkat etmezseniz düşebilirsiniz. Köprü merdiven gibi
basamaklı yapılmış ama basamakların yüksekliği çok değil. Önceden köprüden araba
geçirmek istediklerinde basamakların arasına tahta koyarak boşluğu
kapatırlarmış. Köprünün ortasına geldiğimizde nehre bakıyoruz. Nehrin suyu çok
azalmış. Önceki gelişimizde suyu daha çoktu. Köprünün tam orta noktasında nehre
atlamak üzere bekleyen gençler vardı. 30 euro karşılığında nehre atlayış
yapıyorlardı. Atladığı yerin yüksekliği yaklaşık 20 m. Atladığı suyun derinliği
ise 5,5 metre. Bu defa atlayan birisine rastlamadık.
Köprüden geçip Karagöz Bey Camisine gidiyoruz. Camiyi
gezip köprüye doğru geri dönüyoruz. Bazı arkadaşlar Mostar’ı yüksekten görmek
için caminin minaresine çıkıyorlar. Biz de birkaç arkadaşla köprünün yakınında
bir kafeye oturup Bosna kahvesi içmeyi tercih ediyoruz. Hareket saatimiz
yaklaştığında kalkıp yine Mostar köprüsünden geçip, geldiğimiz yerden
otobüsümüze gidiyoruz.Hedefimiz Saraybosna ama önce yolumuzun üzerindeki Konjic’e
uğrayacağız.
Neratva Nehri kıyısında Mostar köprüsüne karşı kahve içerken |
Neratva nehri |
KONJİK
Konjik;Türkçe'de 'Atlılar' anlamına
gelen , Bosna Hersek'in Başkenti Saraybosna yakınlarındaki 50 bin nüfuslu bir şehir. Neretva Nehri ‘nin iki tarafına
kurulmuş dağların arasında şirin bir yerleşim yeri. Fatih Sultan Mehmet
tarafından 1463 yılında Osmanlı topraklarına katılan Konjiç şehrinde , şehrin
iki yakasını birleştirmek için, Sultan IV. Mehmet tarafından 1682 yılında bir köprü inşa ettirilmiş. Mostar Köprüsü
gibi Neretva Nehri üzerindeki bir 'gerdanlık' görünümündeki 6 gözlü, 82 metre
uzunluğunda inşa ettirilen Konjiç Köprüsü, İkinci Dünya Savaşı'nda büyük oranda
tahrip edilmiş.
Konyik Köprüsü |
SARAYBOSNA
Batılıların
ve Bosnalıların “Sarajevo” dedikleri Saraybosna Osmanlılar döneminde kurulmuş
bir şehir. Osmanlılar buraya “Saray”, “Saray ovası”, “Bosna sarayı” da
demişler. Ünlü seyyah Evliya Çelebi’ye göre şehre muhteşem bir saray inşa edilmiş,
onun için şehre “Saray” adı verilmiş.İgman dağlarından doğup şehrin içinden geçen
Bosna nehrinden dolayı da şehrin ismiyle nehrin ismi birleştirilerek “Saraybosna”
denilmiş.
Saraybosna’nın ilk kurucusu
olarak Bosna Sancak Beyi İsa Bey, ikinci kurucusu olarak da değişik aralıklarla
toplamda 17 yıl sancak beyliği yapan Gazi Hüsrev Bey gösterilir.
Saraybosnayı şehir yapısı
itibariyle Osmanlı Bursa’sından, Edirne’sinden, İstanbul’undan ayırmak mümkün değil.
19. yüzyılın üçüncü çeyreğine
kadar Osmanlıların elinde kalan Saraybosna, 1878 Berlin kongresinde
Bosna-hersek, Avusturya-Macaristan’nın himayesine verilince Osmanlının elinden
çıkmış.
Osmanlılar döneminde Müslüman nüfus
çoğunlukta iken daha sonra bu tersine dönmüş,Hıristiyan nüfus artmış.
İkinci dünya savaşının ardından kurulan Yugoslavya döneminde, Yugoslavya’yı
oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Bosna – Hersek Sosyalist Cumhuriyeti’nin
başkenti olmuş.
01 Mart 1992 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumunun ardından
Saraybosna Sırp güçleri tarafından muhasara altına alınmış. Sırp güçleri şehri
yoğun bir roket saldırısına maruz bırakmışlar. Saraybosnanın dış dünya ile
bağlantısını kesmişler.Sırp milisler ve keskin nişancılar Müslüman Boşnak avına
çıkmışlar. Yaklaşık üç buçuk yıl süren bu muhasara esnasında resmi rakamlara
göre Saraybosnada 11.000 kişi öldürülmüş, 50.000 kişi yaralanmış, 35.000 bina
da tahrip edilmiş. Aradan yirmi iki yıl geçmesine rağmen bu gün hala savaşın
izlerini Saraybosna caddelerinde ve binalarında görmek mümkün.
O gün bütün dünya bu vahşeti sadece izlemişti. Çünkü (bugün olduğu
gibi) akan Müslüman kanıydı, tecavüze uğrayan Müslüman kadınıydı,annesinin
karnında öldürülen müslümançocuğuydu. O güzelim Saraybosna’ya dünyada cehennemi
yaşattılar. Yakıp yıkmadık Osmanlı eseri bırakmadılar. Bu vahşeti İslâm alemi
olarak dünya ile birlikte biz de sadece izledik. Çaresizce izledik. O günleri
unutamıyorum. Aliya ve Bosna şehitleri! Allah makamınızı cennet eylesin.
Yaklaşık
620.000 nufuslu Saraybosna Bosna-Hersek Federasyonu'nun da başkenti.
Saraybosna’ya yaklaştığımızda rehberimize Bosna Nehrinin doğduğu İgman
dağlarının eteğindeki Mili parka “VRELO BOSNA” gitmeyi teklif ediyorum.
Bosna’ya adını veren Bosna nehrinin doğduğu yere “VRELO BOSNA” deniyor. Nehir
İgman dağının eteğinden kaynaktan çıkıyor. Rehberimiz teklife olumlu bakıyor ancak akşam
olduğu için gidemiyoruz. Doğru kalacağımız otele gitmeye karar veriyoruz. Akşam
ezanı sıralarında otele varıyoruz. Burası benim daha önceki gelişimde de
kaldığım “ HOLLYYWOOD HOTEL”. Buna sevindim. Dört Yıldızlı Büyük bir otel.
Banyolarında klozetlerde taharet musluğu yok ama klozetlerin yanına ayrıca
taharet musluğu konulmuş. Saraybosna’daki otellerin birçoğunda taharet musluğu
olmadığını duymuştum. Zaten Balkan gezisi sırasında karşılaştığımız bizim için
en büyük problem bu. Klozetlerde su bulunmaması.Odalarımıza eşyalarımızı yerleştirip sonra yemeğe iniyoruz. Buranın yemeklerinin güzelliğini de biliyorum. Domuz eti kullanmıyorlar. Onun için gönül rahatlığıyla et ürünlerini yiyebiliyoruz.Yemekler de bizim damak zevkimize uygun.
Yemekten sonra otelin mescidine gidip akşam namazımızı kılıyoruz. Erkek ve bayanlar için ayrı mescitler ve abdest alma yerleri var. Otelde Arap turistlerin çokluğu da dikkatimizi çekiyor.
Namazdan sonra otobüsümüze binip şehir merkezine gidiyoruz. Hedefimiz Başçarşı. Önce Saraybosna’nın sembolü haline gelmiş Sebilin yanında toplanıyoruz. Dönüşte yine orada toplanıp birlikte otobüsümüze gitmek üzere ayrılıyoruz.
Saraybosnada’ki Baş çarşı ve sebil |
Baş Çarşı mimarisiyle tam bir Osmanlı çarşısı görünümünde. Çarşıda birçok dükkan var. Hediyelik eşya satıyorlar. Bir başka sokakta el yapımı bakır eşyaların satıldığı atölyeler var. sonra hemen yakındaki Gazi Hüsrev Bey Camiine doğru yürüyoruz.Önce yolumuzun üzerindeki Moriçahan’a giriyoruz. Moriçahan iki katlı , alt katında bahçesinde kafeler var. Daha önce gelişimizde orada bir boşnak kahvesi içmiştim. Hala tadı damağımda. Kahve küçük bir bakır tepsinin içerisinde cezvede geliyor. Tepside ayrıca lokumlukta bir lokum ve bir de kahve fincanı var. Kahve fincanı kulpsuz. Fincanın alt kısmı küçük bakır bir kabın içerisine oturtulmuş. Bakır kap fincanın alt kısmına göre yapılmış, fincanın yarısı dışarıda. Hoş bir görüntü veriyor. Kahve içerken bakır kısımdan tutuluyor. Bu defa kahve içecek zamanımız yok. Hanın alt kısmındaki diğer odalarda turistlere yönelik giysi ve halı satılıyor. Hanın üst katında ise Aliya izzet BEGOVİÇ’in de üyesi olduğu Genç Müslümanlar Teşkilatının merkezi var. Daha önceki gelişimizde buraya çıkmış ve Aliya’nın dava arkadaşı 84 yaşındaki İsmet KASIMOVİÇ ve Eşi Aziyade KASIMOVİÇ ile sohbet etmiştik. İsmet KASIMOVİÇ ve eşi Aziyade KASIMOVİÇ’i dinlerken göz yaşlarımızı tutamamıştık. Moriça handa yine o günleri hatırladım. İslam adına mücadele ederken, işkence gören, acı çeken, maduriyet yaşayan, şehid olan Bosnalı kardeşlerimizi bir kez daha minnet ve rahmetle anıyorum. Hayatta olanlara da hayırlı ömürler diliyorum. Bu durumun ne büyük bir imtihan olduğunu düşünüyorum. Allahtan, başa çıkamayacağımız şeylerle bizleri imtihan etmemesini diliyorum.
İsmet KASIMOVİÇ ve eşi Aziyade KASIMOVİÇ |
Moriça Han Girişi |
Moriça Handa Genç Müslümanlar Derneği Merkezi |
Handan çıkıp Gazi Hüsrev Bey Camiine gidiyoruz. Burası Bir külliye. Caminin yanında medrese var . Caminin batısında Saat kulesi bütün ihtişamıyla duruyor. İnsan Kendisini Türkiye’de Bursa, Edirne, İstanbul gibi tarihi bir şehirde sanıyor. Orada yatsı namazımızı kılıp saat kulesinin yanından Kulin caddesine çıkıyoruz. O caddeye Bosnalı olduğunu bildiğimiz yazar Ayşe KULİN’ in dedelerinin isminin verildiğini de rehberimizden öğreniyoruz. Sönmeyen ateşe kadar gidiyoruz. O ateş, 6 Nisan 1945 yılında yakılan özgürlük ateşiymiş. O günden beri halen yanmaya devam ediyormuş. Hitler'in Yugoslavya işgalinin sona erdirdiği gün bu ateş yakılmış, Aliya İzzet Begoviç de yanmasına müsaade etmiş. Oradan tekrar geri dönüp sebilin yanında toplanıyoruz. Topluca otobüsümüze gelip oradan otelimize dönüyoruz.
Gazi Hüsrev Bey Camii |
Sönmeyen ateş |
09/08/2017 Bugün gezimizin beşinci günü. Günlerden Çarşamba.
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp otelden ayrılıyoruz. İlk hedefimiz
Tüneli ziyaret etmek. Tünel, 1992 yılında başlayan ve 1995'te
Dayton Antlaşması'yla silahların sustuğu tarihe kadar üç yıldan fazla süren, 200.000 kadar Müslüman Boşnak halkının
dünyanın gözleri önünde sistematik bir soykırıma tabi tutulduğu, Sistematik
olarak 44 bin Müslüman Boşnak kadınının ve kızının Sırp güçleri tarafından
tecavüze uğradığı , 2 milyon kadar insanın da yerini yurdunu terk etmek zorunda
kaldığı bu savaş sırasında kazılmış. Uzunluğu 800 m. , Eni 1 m., Yüksekliği ise 1.6
m. Tünelin her iki ucu da eve çıkıyor.Biz bunlardan Sida KOLAR’ın evinin
bulunduğu yere gidiyoruz. Tünel, Aliya
İzzet BEGOVİÇ’in emriyle mühendis olan oğlunun nezaretinde yaklaşık 4 ayda
kazılmış. Tünelden çıkan topraklar gece araziye yayılmış. Bu tünel savaşta çok
yararlı olmuş. Müslüman Boşnaklar hastalarını bu tünelden geçirerek tahliye
etmişler . Askerleri bu tünelden geçirmişler. Hatta Başkomutan Aliye İzzet
Begoviç te bu tünelden özel sandalyesiyle geçirilmiş. Şehrin öbür yakasına
erzak bu tünelden geçirilmiş. Dağlardan
şehri ateşe tutan Sırplardan
kurtulup güvenli bir şekilde yaralıları , çocukları yaşlıları başka yerlere nakletmek için bu tünel kullanılmış.
Tünel geceleri kullanılırmış. İki yıl
sonra Sırplar bunu öğrenince tünelin bulunduğu eve füze atmışlar. O anda orada
bulunan 9 kişi hayatını kaybetmiş. Tünelin girişinin bulunduğu evin sahibi Sida
KOLAR’a 3 saatte kanları zor temizlemiş.
Füze betona saplanmış vaziyette hala orada. Binanın her tarafı delik deşik
olmuş. Hala mermi izleri görülüyor. Tünel çevresinde ölenlerin isimleri orada
bir panoda asılı. Tünele ray döşenmiş, rayların üzerinde küçük vagoncuklarla
eşya taşınıyor, Tekerlekli sedye ile yaralılar taşınıyormuş. Tünelin ucunun
bulunduğu evin sahibi Tünelden geçenlere su ikram ediyor, yaralılara yardım
ediyormuş. Şimdi tünelin işletmesini
devlet devralmış ve onlara Hollywood hotelin yakınında 3 katlı bir bina vermiş.
Önceki gelişimizde evin sahibi Sida KOLAR
teyzeyi evinde ziyaret etmiş ve birlikte fotoğraf çektirmiştik. Tünel şu anda müzeye çevrilmiş. Sedye,
vagonlar, Aliya’nın oturduğu sandalye,
Aliya’nın savaş elbiseleri sergileniyor. Tünele giriş ücretli . Tünelin
bitişiğinde bir barakaya alınıyoruz. Orada tünel ile ilgili sinevizyon
gösterisini izliyoruz. Saat 9.00 gibi Zenica’ya gitmek üzere tünelden
ayrılıyoruz.
Tünele saplanmış füze |
Tünel |
ZENİKA
Zenika, 100.000 nüfuslu bir şehir. Burada 16. y.yılda
3. Ahmet tarafından yaptırılmış Çarşı camiini geziyoruz. Caminin karşısında
yeni restore edilmiş bir külliye var. Orada eski eserlerin bulunduğu bir
kütüphaneye giriyoruz. Külliyeyi dolaştıktan sonra otobüsümüze binip panoramik
bir Zenica turu yapıp, Vezirler şehri Travnik’e doğru hareket ediyoruz.
Zenika Çarşı Camii |
Zenika Külliyesi |
AHMİÇİ KÖYÜ
Travnik’e giderken bir köye uğruyoruz. AHMİÇİ Köyü. Köyün
girişinde şehitlerin resimlerinin bulunduğu bir tabela var. Bu köyde
Müslümanlarla Hırvatlar birlikte yaşarlarmış. Savaş esnasında Hırvat çeteleri
gelmiş, köydeki Hırvatlardan da yardım alarak katliam yapmışlar. İmama ezan
okutup bütün Müslümanları camide toplamışlar. Gelenleri öldürüp sonra da
içindekilerle birlikte camiyi ateşe vermişler. Bu katliamla ilgili olarak
Şehitleri Anma Odası’nda: “Hırvat ordusunun Bosna-Hersek’te gerçekleştirdiği
en büyük katliam,16 Nisan 1993 tarihinde Ahmiçi köyünde meydana
gelmiştir.Hırvat Savunma Konseyi (HVO)’ne bağlı birlikler Ahmiçi köyünde, 3
aylıktan 82 yaşına kadar bebek,erkek, kadın toplam 116 boşnak sivili katlederek
savaş suçunu işlemişlerdir. “48 saat kül ve duman” kod adlı operasyon ile bir
okul, iki cami, 150 ev olmak üzere Ahmiçi’deki tüm yerleşim yerleri yakılıp
yıkılmıştır. Tekrarlanmaması ve unutulmaması dileğiyle Elfatiha. Bu anma Odası
B.H. Türk temsil Heyet Başkanlığının desteği ile onarılmıştır.” İfadesi yer
almaktadır. Cami bugün restore edilmiş. Ölenlerin anısına caminin önünde bir anıt yaptırılıp,
şehitlerin isimleri yazılmış. Orada adlarının Cemal ve Amine olduğunu söyleyen
iki çocuk yanımıza geliyor. Dedeleri Cemal ve nineleri Rasime’nin de bu baskında
şehit düştüklerini söylüyorlar. Onlara bazı hediyeler veriyoruz. Caminin
bahçesinde anıtın yanına bir de Şehitleri Anma Odası yapılmış. Bu odada
baskından sonra çekilmiş vahşet fotoğraflarını ibretle görüyoruz. Hırvatların
yaptıkları vahşetin fotoğraflarını bile görmek tüyler ürpertici. Şehitler için
Kuran okuyup oradan ayrılıyoruz.
Ahmiçi Köyü Şehitliği |
TRAVNİK
Travnik, Yaklaşık 60- 70.000 nüfuslu. Vezirler şehri olarak anılıyor.Bu şehirde 19 Osmanlı vezirinin mezarı veya türbesinin bulunduğunu öğreniyoruz. Bir fotoğraf karesine 7 minarenin sığdığını da… Osmanlı döneminde sancak merkezi olduğunu, Fatih Sultan Mehmet’in burada kaldığını, Şehrin ortasından gürül gürül akan Göksu deresinden içtiğini, tarihi bir kalesi olduğunu, halkının koyunculukla geçindiğini, isli pastırması ve peynirinin meşhur oluğunu da öğreniyoruz. Travnik’e giderken yol boyunca dağlar var. Her taraf yemyeşil. Yolun kenarında bir ırmak akıyor. Bunun Plava Voda ırmağı olduğunu öğreniyoruz. Bu ırmak Tıravnik’e kadar devam ediyor. Yolun kenarındaki yerleşim yerlerinde minareleri görüyoruz ve oraların Boşnakların yaşadığı yerler olduğunu anlıyoruz.Travnik göründüğünde önce Osmanlı eserleri camiler, minareler ve kale görünüyor.Yemyeşil bir şehir.”Tıravnik” zaten otluk anlamına geliyormuş.
Kaleden Travnik’in görünüşü
|
Önce Elçi İbrahim Paşa Medresesine gidiyoruz.
Medresenin giriş kapısında Arapça bir kitabe var. Medresenin içine girdiğimizde
duvarında Arapça, Boşnakça, Türkçe ve İngilizce olarak medresenin tarihi
serüveni anlatan bir yazı görüyoruz. Türkçe kısmında Şöyle yazıyor: “Travnik
şehrinde bulunan Elçi İbrahim Paşa Medresesi Orta Bosna’nın eğitim-öğretim
veren en eski müessesesidir.1705/6 yılında Bosna Veziri Eiçi İbrahim Paşa’nın
(Barışçı) vakıfnamesi üzerine kurulmuştur. Medrese Lise düzeyinde yatılı olarak
erkek ve kız bölümleri olan tek bir çatı altında eğitim ve öğretim vermektedir.
Medrese kurulduğu günden bu yana çok çeşitli sosyal reform ve düzenlemelerden
geçmiş ancak Devlet hukukuna, İslâm normlarına ve pedegojik standartlarına
uygun olarak kendi toplumsal önemi ve misyonu devam etmektedir. Medrese yüz
yılların mimarisinin gölgesinde yaşlıların dinlenebileceği, müminlerin namaz
kılabileceği, gençlerin öğreneceği mekan olma hüviyetiyle devam edecektir.
Saygıdeğer kardeş ve misafirler hoş geldiniz.”
Medrese bu gün hala aktif durumda. İmam hatip lisesi olarak kullanılıyor. Ortasındaki boş alana halı serip mescit yapmışlar. Alt katta lavabolar, abdest alma yerleri, ve derslikler var. Üst katta ise yatakhaneler var. Orada abdest alıp namazımızı kılıyoruz.
Medreseyi gezip oradan Göksu deresinin bulunduğu alana gidiyoruz. Gürül gürül akan Göksu deresinin kenarında oturup köfte yiyoruz. Sonra da derenin kenarında bir yürüyüş yapıyoruz. Derenin suyu berrak ve oldukça soğuk.
Elçi İbrahim Paşa Medresesi |
Elçi İbrahim Paşa Medresesi içi |
Göksu Deresi |
Oradan kaleye çıkmak üzere yürüyoruz. Kalenin yolu çok dik, hava da oldukça sıcak. Biraz zorlansak da kaleye varıyoruz. Kaleye girmek ücrete tabi. Kişi başı 1 euro.
Kaleden baktığımızda Travnik harika görünüyor. Bir fotoğraf karesine ben 3
minareyi sığdırdım. İç kale müzeye çevrilmiş. Birçok tarihi eşya burada
sergileniyor.
Travnik Kalesi |
Travnik Kalesi’ndeki bazı objeler
Kaleden çıkıp aşağıya doğru iniyoruz. Orada tarihi bir cami var. Onu da ziyaret edip otobüsümüzün bulunduğu yere gidiyoruz. Göreceğimiz yerler arasında Alaca Camii de vardı. Ben daha önce gelişimde vezir türbeleri ile orayı görmüştüm. Onun için doğru otobüse gittim. Saraybosna’ya erkence varıp, gündüz gözüyle bir kere daha görmek istiyorduk. Onun için hemen yola koyuluyoruz.
Dönüş yolunda Kemal Bey daha önce şeyhiyle tanıştığı yol üzerinde bulunan Mesudiye Tekkesine uğrayalım diyor. Tekkeye uğruyoruz. Tekkenin şeyhi Kazım Haci Meziç’miş. Türkiyede Mimar Sinan Üniversitesinde eğit görmüş. Ogün Şeyh yokmuş ama oradaki görevli bizi ikinci kattaki bir salona alıyor. Oldukça büyük bir salon. Altı halı döşeli. Salona oturuyoruz. Görevli tekke hakkında bize bilgi veriyor. Tekke 250 yıl önce kurulmuş Müstakil bir Bektaşi tekkesiymiş.İlk kurucusu Şeyh Hüseyin Baba imiş.Perşembe ve Pazar günleri toplanılıp zikir yapılırmış. Tekkede 28 kişinin kalabileceği misafirhane, abdest alma yerleri, çay ocağı ve bir de eczane var. Fakirlere poliklinik hizmetleri de veriliyormuş. Oturup orada bir çay içip yolumuza devam ediyoruz.
Tekkenin dıştan görünüşü |
Tekke’nin içi |
Saraybosna’da Aliya İzzet BEGOVİÇ’in kabrini ziyaret edip bir Kuran okuyoruz. Kabri başında hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Bu gün Aliya’nın doğum günüymüş. Biz oradayken bir başka grup daha geliyor. Aliya’nın mezarına çelenk koyup onlar da dua ediyorlar. Aliya’nın anıt mezarının da bulunduğu mezarlıkta Bosna savaşında şehit düşmüş daha birçok Saraybosna’lının da mezazları var.Onlara da bir Fatiha okuyup oradan ayrılıyoruz.
Aliya’nın Türbesi |
Dönüşte Latin köprüsünü görüyoruz. Serbest zamanda Bosna Boşnak böreği yiyoruz. Memlekete getirmek için Bosna’nın meşhur dibek kahvesinden alıyoruz. Gazi Hüsrev Bey Camisinin dış duvarında köşedeki iki kurnalı çeşmeden su içiyoruz. Rivayete göre bu sudan içen kimse tekrar Saray Bosna’ya gelirmiş. Biz de bu dilekle otelimize dönmek üzere çarşıdan ayrılıyoruz. Dönüşte Kulin caddesine parelel bir caddeden gidiyoruz. Yanan ateşin yanından sonra da Pazaryeri katliamının yapıldığı yerin yanından geçip devlet dairelerinin de buluduğu meydana çıkıyoruz. Panoramik bir şehir turu yapıp otelimize geliyoruz.
Boşnak Böreği |
10/08/ 2017 Perşembe. Bu gün gezimizin 6. Günü. Artık Sarayevo’ya da veda etmenin zamanı geldi. Sabah kahvaltımızı yapıp eşyalarımızı otobüse yüklüyoruz. Gorezde’ye doğru hareket ediyoruz.
GORAZDE
Gorazde, Bosnaya bağlı bir şehir. Nüfusu
yaklaşık 40.000 civarında. Ortasından Drina nehri geçiyor. Nehrin üzerinde
Osmanlı döneminden kalma tarihi bir taş köprü var. Etrafı dağlarla çevrili.
Müslüman Boşnak nüfusun yoğun olduğu bir şehir. Bosna savaşında çok şehit
verilmiş. Sırplar şehri çevreleyen dağlara Yugoslav ordusundan kalma tankları,
topları ve ağır makinelileri yerleştirmişler. Şehri günlerce top atışına
tutmuşlar. Köprünün altında halatlardan yapılmış asma bir köprü daha görüyoruz.
Bunun yapılış nedenini öğrendiğimizde Sırp keskin nişancılarının vahşetini ve
Müslümanların çaresizliğini bir kez daha hissediyoruz. Bosna savaşında dağlara
konuşlanan Sırplar köprünün üzerinde gördükleri Müslüman Boşnakları
avlıyorlarmış. Boşnaklar da onlara hedef olmamak için köprünün altına bu asma
köprüyü yapmışlar ve nehri geçmek için onu kullanmışlar. Şehri gezerken
Şehitlerin isimlerinin yazılı olduğu bir anıt görüyoruz. Zaten tıpkı Saraybosna
gibi binalardaki mermi izleri hala duruyor. Oradan Kayseri camiine gidiyoruz.
Kayserililer savaştan sonra Gorazde’ye mükemmel bir cami yapmışlar. Orada
abdestlerimizi alıp, camide namaz kılıyoruz. Oradan da Sırpların savaş
makinelerinin bulunduğu tepeye çıkıyoruz. Hala o tanklar, toplar, uçaksavarlar
orada bulunuyor. Boşnaklar savaştan sonra orayı açık savaş müzesi haline
getirmişler. Tepeye bir de anıt dikmişler. Anıtta Aliya İzzet Begoviç’in şu
sözü yazılı. “Büyük Allah’a yemin ederiz ki asla onlara rehin düşmeyeceğiz.”
Gorazde |
Gorazde Köprüsü |
Gorazde’de Açık Savaş müzesinden görüntüler |
Kayseri Camii’nin uzaktan görünüşü |
Kayseri Camii’nin yakından görünüşü |
VİŞEGRAD
Vişegrad, Bosna-Hersek'te özerk Sırp bölgesinde yer alan, ortasından Drina nehrinin geçtiği bir kasaba.
Gorazde’den Vişegrad’a gidiyoruz. Yol
boyunca Drina nehri bize eşlik ediyor. Orada Nobel ödüllü İvo ANDRİÇ’in
romanına konu olan Sokollu Mehmet Paşa (Drina) Köprüsünü göreceğiz. Rehberimiz
İvo ve köprü ile ilgili bilgi veriyor. İvo aslında1892’de Bosna-Hersekte
Travnik yakınlarındaki Dolac köyünde dünyaya gelmiş. Küçük yaşta babasını
kaybedince Vişegrad’a teyzesinin yanına gelmiş. İlköğretimini burada
tamamlamış, orta öğretim için Saraybosna’ya gitmiş. Drina Köprüsü adlı bu
eserini ikinci dünya savaşı sıralarında
yazmış ve bu romanıyla ünlenmiş ve 1961’de Nobel edebiyat ödülünü kazanmış. Bu
köprüyü Vişegrad’ın Sokoloviç köyünden
olan Osmanlı’nın kudretli paşalarından Sokollu Mehmet Paşa, Mimar Sinan’a
yaptırmış. Köprü 1571-1577 yılları arasında yapılmış. Balkanlardaki diğer
Osmanlı eserleri gibi Sokollu Mehmet Paşa (Drina) Köprüsünü de TİKA restore
etmiş. İvo romanında köprünün yapımından sorumlu Abid Ağanın köprü
yapılırken halka nasıl zulmettiğinden bahsetse de, o taş köprünün ihtişamı bu
gün de insanı büyülüyor. Gürül gürül akan Drina nehrinin üzerinde bir gerdanlık
gibi bu gün de hala olanca haşmetiyle gelenleri karşılıyor. Otobüsümüz Nehrin
kenarında duruyor. Biz yürüyerek köprüyü geçiyoruz. Köprünün üzerindeki
kitabenin önünde durup fotoğraf çektiriyoruz. Sonra şehrin Drina kıyısında
durup muhteşem manzarayı seyrediyoruz. Aslında Drina üzerinde bir tekne turu
yapmayı istedik ama zaman müsait olmadığı için vazgeçtik. Vişegrad’ın içini de
gezemedik. Sırbistan’a gitmek üzere Vişegrad’dan ayrılıyoruz.
Vişegrad-Sokollu Mehmet Paşa ( Drina) Köprüsü |
Vişagrad- Drina Nehri |
0 yorum:
Yorum Gönder