1 Ekim 2018 Pazartesi

Büyük Orta Avrupa Turu Günlüğü I - SIRBİSTAN

BÜYÜK ORTA AVRUPA TURU 
13-22 TEMMUZ 2018 

Güzergah: Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Sırbistan, Bulgaristan

Tura katılanlar

2017 yazında arkadaşlarla 9 Balkan ülkesini kapsayan bir gezi yapmıştık. Çok keyifli bir gezi olmuştu. Adeta tadı damağımızda kalmıştı. 2018 yılında da Orta Avrupa Ülkelerini gezmek istiyorduk ancak görüştüğümüz arkadaşlardan gitmek isteyen olmadı. Biz de belki bir turla gideriz diye pasaportlarımızı da yanımıza alarak İstanbul’a çocukların yanına gittik.

Furkan bizim için bir tur araştırmış, Otobüslü Büyük Orta Avrupa Turu. 13-22 Temmuz 2018 tarihleri arasında, 10 Gün (8 Gece Otel Konaklamalı). Güzergah: Bulgaristan, Sırbistan,Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti,Avusturya,Sırbistan , Bulgaristan. Tarih itibariyle de bize uygun. Çabuk karar vermemiz gerekiyor. Günlerden cuma. Karar verdiğimiz taktirde   haftaya cumaya yola çıkacağız.   

Çocukların da teşvikiyle kararımızı veriyoruz. Tabii turda boş kontenjan varsa… Furkan hemen tur şirketiyle iletişime geçiyor. Pazartesi günü olumlu yanıt gelince de işlemlerimizi yaptırıyor ve biz hazırlıklara başlıyoruz. Cumaya kadar hazırlıklarımızı bitiriyoruz. Furkanlar Cuma günü Çanakkale’deki bir arkadaşlarının düğününe gittikleri için uğurlamada yanımızda bulunamıyorlar.

13/07/ 2018 Cuma günü saat 19.20 gibi fatih, Fatma Zehra ve Torunumuz Sidre bizi yolcu etmek için İstanbul –  Kadıköy evlendirme Dairesinin yanına getiriyorlar. Tur otobüsü kenara yanaşmış yolcuları bekliyor. Saat 20.30 gibi rehberimiz geliyor ve herkesin oturacağı koltuk numaralarını söylüyor. Bizim de 19-20 numaralı koltuklara oturacağımızı söylüyor. Bagajlarımızı yerleştirip Yerlerimize oturuyoruz. Koltukların hepsi dolmamış. Rehberimiz bir kısım yolcuların Bakırköy’den bineceğini, bir kısım yolcuların ise İzmir’den geleceklerini ve Edirne’de bineceklerini, otobüsün dolu olduğunu söylüyor. Saat  21.00’da Kadıköy Evlendirme Dairesi’nin önünden hareket ediyoruz. Bakırköy’deki yolcuları da aldıktan sonra otobüsümüz Edirne’ye doğru hareket ediyor.

Gece saat 02.00 gibi Edirne Kapıkule sınır kapısına geliyoruz. İzmir’den gelen  altı yolcuyu da aldıktan sonra otobüsümüz doluyor. Saat 03.00 gibi Türk gümrüğündeki işlemlerimiz bitiyor. Fakat yolculardan birisinin pasaportunun süresi dolduğu için Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalıyor. Yurtdışı gezilerinde  en az 6 ay geçerli pasaport olması gerekiyor. Sanırım bu maddeye dikkat etmemiş.

Bulgaristan gümrüğünde artık Avrupa Birliği topraklarına girdiğimiz için otobüsümüz ilaçlı sudan geçirilerek dezenfekte ediliyor. Saat 04.00 gibi Bulgaristan gümrüğünden de geçiyoruz. Artık uyku zamanı geldi. Bulgaristan’da  Svillengrad, Plovdiv (Filibe) ve Sofya güzergahını takip ederek Sırbistan’a geçeceğiz. Gezeceğimiz yerler arasında Sofya da var ancak Oraya dönüşte uğrayacağız.

14/07/2018 – Cumartesi. Sabah güneşin doğmasıyla birlikte gözlerimizi açıyoruz. Henüz Bulgaristan topraklarındayız. Yol boyunca dağlar, ovalar … Her taraf yemyeşil. Bizim Trakya  gibi ayçiçeği tarlalarının çokluğu dikkatimizi çekiyor.

Bir ayçiçek tarlası

Saat 07.30 gibi Sofya’ya  geliyoruz. Sofya’nın içinden geçip Sırbistan sınır kapısına doğru ilerliyoruz. Rehberimiz sınır kapısına yaklaşık 40 dakikalık yolumuz olduğunu söylüyor. Yol kenarlarında yine mısır ve ayçiçeği tarlaları ceviz ağaçları…  Ayçiçekleri yönlerini güneşe doğru dönmüşler, boyunlarını bükmüşler ve başlarını eğmişler. Ağaçlarda cevizler daha küçük. Herhalde olgunlaşmaları eylül ayını bulur. Dağlar yemyeşil ağaç. Yeşilin bütün tonlarını görmek mümkün. Yerleşim yerlerindeki ağaçların arasında evleri görmek oldukça zor.

Saat 10.00 gibi Bulgaristan  gümrük kapısından geçiyoruz. Saatlerimizi  1 saat geri alıyoruz. Şimdi saatlerimiz 09.00. Dönüşte yine aynı yerde 1 saat ileri alacağız.

SIRBİSTAN
Pasaport kontrolünden sonra ,Gradina  Gümrük Kapısından Saat 10.00 da Sırbistan’a giriyoruz. Sırp Gümrüğünde Bulgaristan’a geçmek için bekleyen uzun bir araç kuyruğu görüyoruz. Anlaşılan gurbetçiler yurda dönüyorlar. Sırp polisi  bir aracı didik didik arıyor. Bütün eşyaları indirtip aracın içini de arıyor. İleriye doğru gittiğimizde  araç kuyruğunun kilometrelerce devam ettiğine şahit oluyoruz. Hedefimiz  Belgrad. Sınırla arası yaklaşık 287 km.

Rehberimiz Sırbistan hakkında bilgi veriyor: Nüfusunun yaklaşık 8.000.000 olduğunu, eski Yugoslavya federal devletinin merkezi olduğunu, 1. Dünya savaşının en karlı çıkan ülkesi olduğunu, 1918’de Sırp Krallığını kurduklarını, 2. Dünya savaşında Almanya’nın ülkeyi işgal ettiğini, Maraşal Tito’nun 1945 yılında Almanları ülkeden kovduğunu, Bağlantısızlarla Yugoslavya Federasyonunu kurduğunu, 40 yıl kadar komünist bir rejimle yönetildiğini, Tito döneminde Yugoslavya’nın en müreffeh dönemini yaşadığını söylüyor. Tito’dan  sonra Slobodan Miloseviç’in yönetime geldiğini, Sırp milletini öne çıkardığını, Sırpların Ortodoks mezhebine mensup olduğunu, federasyonun diğer ülkelerinin ise katolik olduklarını, Federasyondan ilk ayrılan ülkenin Slovakya olduğunu sırasıyla diğer ülkelerin bunu takip ettiğini, 2008 yılında da Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiğini ,para birimlerinin Dinar olduğunu, 1euro’nun yaklaşık 115 dinara  denk geldiğini söylüyor.

Sırbistan’a geçtiğimizde edindiğimiz ilk intiba Bulgaristan’a göre yollarının daha iyi  olduğu. Gittiğimiz yol duble iki gidiş, iki gelişi olan bir yol.

Sınırdan yaklaşık 30 km. uzaklıktaki Sırbistan’ın Pirot ilçesi yakınlarında, E80 üzerinde “Türkiyem Hotel Restaurant” ta mola veriyoruz. Tesisleri bir Türk işletiyor. Tesislerde WC (alaturka), mescit, abdest alma yeri de mevcut. Bedava  Wi-fi hizmeti de veriliyor. Bu bizim çok hoşumuza gidiyor. Bulgaristan’da verdiğimiz molada levamız olmadığı için WC’ ye girememiştik, çünkü Tuvalet bekçisi leva dışında ne Türk parasını, ne de euro’yu kabul etmişti.

Türkiye’m Restoran Park

Tesiste ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Mercimek çorbamızı, çayımızı içiyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Belgrad’a  251 km. yolumuz kalmış. Rehberimiz Sırpça şarkılar açıyor.  Yol kenarında küçük yerleşim yerleri görüyoruz. Evlerin kerpiçten yapıldığı ve oldukça eski oldukları görünüyor. Bizdeki bazı köy evleri gibi. Hava serin ve bulutlu. Yolun iki kenarında uzanan sıra dağlar... Sıra dağların arasında akan bir nehir ve ona eşlik eden tren yolu.  Sıradağların bir birinden uzaklaştığı noktalarda  ağaçların arasında  tek katlı evlerin oluşturduğu küçük yerleşim yerleri. Bizdeki Karadeniz evleri gibi dağınık. Her taraf yemyeşil. Papatyalar açmış, her taraf rengarenk çiçeklerle bezenmiş, sanki ilk bahar yeni gelmiş gibi. Otobüsten türlerini seçemediğim ağaçlar, kavak ağaçları, yerleşim yerlerinde ceviz  ve elma ağaçları…

Sırbistan’da yeşillikler içinde bir yerleşim yeri

Bir müddet sonra yol iki şeride düşüyor. Duble yol çalışmaları devam ediyor. Köy evlerinin bahçelerinde  ot yığınları. Tepeleri yağmura karşı mısır saplarıyla örtülmüş. Sanırım hayvancılıkla da uğraşıyorlar. Yine uçsuz bucaksız mısır tarlalarının çokluğu dikkatimizi çekiyor.

Dolac yerleşim yerinden geçiyoruz. Pembe çiçekli akasya ağaçları , söğüt ve dut ağaçları az miktarda çam ağacı gözümüze  ilişen türler arasında.

Şimdi Sırbistan’ın üç büyük kentinden biri olan NİŞ’in yanından geçiyoruz. Niş, Sırbistan'ın güneyinde yer alan bir şehir. Sırbistan’ın Belgrad ve Novi Sad’dan sonraki en büyük şehri, ülkenin üçüncü büyük şehri.  Şehrin nüfusu yaklaşık 190 bin civarında. 

Niş bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrad’ın fethine giderken ordugahını kurduğu yer.Yol Niş’in ortasından geçiyor.Otobüsümüzün camından birkaç kare fotoğraf alıyoruz. Dönüşte yine aynı güzergahı takip edeceğimiz için Niş’ten bir kere daha geçeceğiz. Niş bizdeki birçok yerleşim yeri gibi düz bir ovaya yayılmış. Şehrin kenarında birkaç fabrika bacası görüyoruz. Yolumuza devam ediyoruz.
Niş

Yol kenarında Türklerin işlettikleri başka tesisler de var.E80, gurbetçilerin ülkeye geliş-gidişte kullandıkları güzergah olduğu için bu tür tesislere rastlanıyor.

Bir nehrin yanından geçiyoruz. Great mocova nehri. Sonra bu nehir Tuna nehri ile birleşiyor. Yine geniş ve bereketli ovalara geliyoruz. Her taraf mısır tarlası. Buralarda en fazla gördüğümüz  mısır tarlası.

Belgrad’a yaklaştığımızda rehberimiz şehirle ilgili bilgi veriyor. 6 ile 9. yüzyıllar arasında Slav akınları ile gelen Slavların buraya “Beyaz Şehir” anlamına gelen Belgrad ismini verdiklerini, burasının Roma'ya,Bizans’a ve Osmanlı’ya ev sahipliği yaptığını, onun için farklı mimarileri olan bir şehir olduğunu, yeşilinin oldukça  çok olduğunu, caddelerinin çok geniş olduğunu,  burasının Yugoslavya Federasyonu'na  başkentlik yapmış bir şehir olduğunu, Belgrad’ın Güneydoğu Avrupa'nın 16. büyük şehri olduğunu, nüfusunun 1.700.000 civarında olduğunu, Sırbistan'ın nüfusunun da 8 milyon civarında olduğu için  oran olarak Türkiye ile İstanbul nüfusuna benzetildiğini, Fatih Sultan Mehmet’in 150.000 kişilik bir orduyla  Belgrad’ı kuşattığını, Ancak Belgrad’ın 1521 yılında 1 aylık kuşatmanın ardından Kanuni Sultan Süleyman tarafından alındığını, Bu gün Belgrad kalesinin içinde Osmanlı dönemine ait Sokullu Mehmet paşa çeşmesi ve Silahtar Damat Alipaşa türbesi ile Askeri müze’nin gezeceğimiz yerler arasında olduğunu söylüyor.

Yolda verilen üç molanın ardından saat 15.30 gibi Belgrad’a varıyoruz. Belgrad, Sırbistan'ın başkenti ve en büyük şehri. Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği platoda yer alıyor.

Akşamüzeri Belgrad’ın Sava nehrinden  görünüşü

Belgrad Osmanlılar tarafından üç defa kuşatılmış. Bunlardan ilki II. Murat döneminde gerçekleşmiş. II. Murat Belgrad’ı kuşatmaya karar verdiğinde 1440 yılında Evrenosoğlu Ali Bey kumandasında öncü birlikleri göndermiş. Kendisi de Novoberdan’nın fethinden sonra gelerek kaleyi kuşatmış. Bu kuşatmaya İnce bir nehir filosu da katılmış. Toplarla  kale surlarının bir kısmını yıktılarsa da  şiddetli bir direnişle karşılaştıkları için kaleye girememişler. Orduda salgın bir hastalık da başlayınca netice alınamadan kuşatma kaldırılmış.

İkinci kuşatma Fatih döneminde Gerçekleşir. Fatih Sultan Mehmet  Belgrad’ı almadan Sırbistan’ı kontrol altında tutmanın mümkün olmadığını bildiği için 1456’da Belgrad kalesini Macarlardan almak üzere kuşatır. Kuşatmaya Tuna Nehrinden ince gemilerden oluşan filo da destek verir. Ancak Papalığın topladığı  60.000 kişilik Macar ordusu ile 200 gemilik haçlı donanması da yardıma gelmiştir. Bunların 30.000 kişisi gizlice kaleye sızar. Fatih 21 Temmuz günü  hücum emri verir. Dışarıdan haçlı kuvvetleri, içeriden de kaledekilerin şiddetli savunması karşısında geri çekilmek zorunda kalan Fatih, harp meclisini toplar. Mecliste alınan kararla bu uzun süren kuşatmayı kaldırır ve geri döner.  Bu kuşatmada Fatih kalçasından yaralanmıştır. Böylece ikinci kuşatma da başarısız olmuştur.

Üçüncü kuşatma Kanuni sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilir. Kanuni Cülusundan sonra Macar Kralına bir elçi gönderir. Macar kralı elçiye kötü davranır. Bunun üzerine Kanuni Macaristan üzerine bir sefer yapmaya karar verir. Ama Budin’i almak için önce Belgrad’ı almak gerekmektedir. Ordu Edirne’den hareket eder ve 27 Haziran 1521’de Niş yakınlarında Karargahı kurar. Kurulan harp meclisinde savaş planları gözden geçirilir. Belgrat kalesi çok müstahkem olduğu için bu defa hazırlıklar iyi yapılmıştır. Sava nehri üzerinden geçişi sağlamak için büyük bir köprü de yaptırır. 9 gün içinde Sava köprüsünün inşaatı tamamlanır. Kanuni’nin Belgrad önlerine gelmesiyle birlikte 01 Ağustos 1521 tarihinde kuşatma başlar. Şehrin çevresindeki surlar yıkılır. Düşman iç kaleye çekilir. Bir müddet daha direndikten sonra teslim olurlar. Bir aylık bir kuşatmanın ardından 29 Ağustos 1521’de Belgrad Osmanlının eline geçmiştir.Şehir fethedildikten bir gün sonra Cuma günü şehre giren Kanuni En büyük kilise olan Saint Jean Kilisesi'ni camiye çevirerek ilk Cuma namazını burada kılar. Stratejik mevkiinden dolayı Belgrad bundan sonra  Osmanlı ordularının üssü olmuştur.Fethinden 346 yıl sonra, Sultan Abdülaziz Belgrad'ı bir fermanla Sırp Prensi Mihajlo'ya teslim etmek zorunda kalır. Şehrin anahtarlarını Prens Mihajlo'ya eliyle teslim eden Ali Rıza Paşadır.

Belgrad’a varışta yapacağımız panoramik bir gezinin ardından Tarihi Brankov köprüsü,Taş Meydan,Slaviya Meydanı,Aziz Sava Kilisesi, Eski Saray, Yeni Saray, meclis Binası, (Kanuni tarafından fethedilen Kale Mekdan, (Mora Fatihi) Damat Ali Paşa Türbesi, Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesi, Askeri Müze, Saat Kapı Ve Müzesi, İstanbul Kapı,Nebojşa Kulesi, Sabarna Kilisesi, Kalemeydan,Mihajlova caddesi, (İsyanın başladığı yer) Çukur Çeşme, Cumhuruyet Meydanı, Prens Mihailo Heykeli gezeceğimiz yerler arasında.

Şehre girişte bloglar halinde yapılmış , küçük dairelerden oluşan evler görüyoruz. Bunlara ” Kibrit evler” denirmiş. Gerçekten de kibrit kutusu gibi. Bunlar komünizm  döneminde yapılmış. O dönemde insanlar evlerine sadece yatmak için gittiklerinden bu kadar küçük yapılmış.

Kibrit Evler

Panoramik bir şehir turundan sonra  otobüsümüz şehir merkezinde duruyor. Burada yerel rehber alıyoruz. Rehber Mısırlı, eşi ise Sırbistanlıymış. Burada Edebiyat öğretmeni olarak çalışıyormuş. Rehberimiz bize çanta ve cüzdanlarımıza dikkat etme uyarısında bulunuyor.

Gezimiz sırasında sağ tarafta Aziz Sava katedralini görüyoruz. Rehberimiz bunun  Sofya’daki Aleksander Nevski Katedralinden sonra balkanların en büyük ikinci katedrali olduğunu söylüyor.

Yürüyerek Kale Megdan’a gidiyoruz. Kaleye İstanbul kapısından giriyoruz. Sol tarafımızda içinde ejderha maketlerinin bulunduğu Jurassic Parkı görüyoruz. Rehberimiz kalenin kırmızı tuğlalı alt kısımlarının Avusturya- Macaristan ordusu tarafından yapıldığını, Üst kısmının ise Osmanlı ordusu tarafından yapıldığını, Arkamızdaki kapının orijinal kapı olduğunu, Osmanlı tarafından yapıldığı için İstanbul Kapısı denildiğini, kalenin iç içe girmiş kalelerden oluştuğunu söylüyor.

Kale Megdan
Kale  Megdan giriş kapısı

Oradan askeri müzeye geçiyoruz. Üst kattaki  silahların Sırplar tarafından Birinci Dünya Savaşı'nda kullanılan silahlar, alt kattakilerin ise ikinci Dünya Savaşı'nda kullanılan silahlar olduğunu, füzelerin ise 1994 yılında NATO'nun müdahalesi sırasında F-16’lara Sırplar tarafından atılan füzeler olduğu söyleniyor.

1. dünya savaşında kullandıkları silahlar

2. dün savaşında kullandıkları silahlar

1994’ de NATO uçaklarına karşı kullandıkları füzeler

Oradan  İç kaleye geçiyoruz.  Kale duvarının bir dış kısmında demir kapı var bir de iç kısmında. Kale duvarı oldukça geniş.  Saat Kulesi'nin bulunduğu yerde olduğu için buna Saat Kapısı deniyor.

Saat kulesi

Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği noktaya bakan  kale duvarlarının dibinde, sadrazam Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesini görüyoruz. Rehberimiz, Sokullu Mehmet Paşa ile ilgili bilgi veriyor. Ivo Andriç’in Drina Köprüsü isimli kitabında bahsettiği  yer olan Vişegrad’ın Sokollu köyünden devşirme Sırp asıllı biri olduğunu,  Uzun dönem Osmanlıda sadrazamlık yaptığını, Osmanlı devletinde siyaseti ve eserleriyle iz bırakan birisi olduğunu, Kanuni'nin Zigetvar da ölümünü ordu'da moral bozukluğu olmasın diye gizlediğini, İnebahtı bozgunundan sonra gönderilen Venedik elçisine: ”Biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik, Siz İnebahtı’da bizi yenmekle bizim sakalımızı kestiniz.Kesilen kolun yerine yenisi gelmez fakat kesilen sakal daha gür çıkar”diye siyasi bir cevap veren paşa olduğunu,mezarının  İstanbul’un Eyüp semtinde bulunduğunu söylüyor.

Sokullu Çeçmesi

Sokullu Çeşmesi

Kaleden Sava ile Tuna nehirlerinin birleştikleri noktada bir ada görünüyor. Ona “Savaş Adası” denirmiş. Belgrad kalesini kuşatmak için gelen her ordu önce o adada  karargahını kurarmış. Osmanlı ordusu da Belgrad kalesini almaya geldiğinde önce oraya gelmiş ve oradan 9 günde Sava nehrinin üzerine bir köprü kurmuş. Sava  Nehri ile Tuna Nehri burada birleşip bundan sonra Tuna olarak yoluna devam edip Karadeniz’e dökülüyor. Oradan Sava nehri ile Tuna Nehrinin birleştiği  harika manzarayı büyük bir hayranlıkla izliyoruz.  Bu iki nehrin birleştiği doyumsuz manzara ve oradaki yem yeşil savaş adası gerçekten harika görünüyor. Serbest zamanda tekrar gelip o manzarayı görmek istiyoruz.

Sava ile Tuna nehirlerinin buluştuğu yer ve ortada Savaş Adası

Bu iki nehrin birleştiği yerin karşısında kale içinde bir tepecik var. ismi Fikir Tepesi’ymiş.Kanuni Sultan Süleyman  Belgrad kalesini fethettikten sonra buraya oturmuş   Sava ile Tuna’nın birleştiği yeri seyrederken poyraz esiyormuş. “Hoş hava” demiş. Sırplar bunu “Kosova” şeklinde anlamışlar. Onun için poyraza Kosova derlermiş. Sırpçada Osmanlılar döneninden kalma birçok Türkçe kelime kullanılırmış.

Fikir tepesi

İleride kalenin savaya bakan yerinde yüksekte bir heykel görüyoruz. Bu özgürlük heykeliymiş. Bu önceleri şehir merkezindeymiş. Heykel çıplak olduğu için halk bunu merkezde istememiş. Onun için buraya dikilmiş.

Özgürlük anıtı

Sava ile Tuna nehirlerinin buluştuğu yer ve ortada Savaş Adası

Rehberimiz beş dakika fotoğraf çekmek için serbest zaman veriyor. Serbest zamandan sonra türbenin önünde toplanmamızı istiyor. Biz de bu arada Sava  ve Tuna Nehirleri'nin değişik açılardan fotoğraflarını alıyoruz.

Serbest zamandan sonra türbenin önünde toplanıyoruz. Rehberimiz türbe  ile ilgili bilgi veriyor. Türbede yatanın Ali Paşa olduğunu söylüyor. 1667- 1716 yılları arasında yaşamış. Kendisine önceleri Silahtar Ali Paşa denirmiş. III. Ahmet'in kızı Esma Sultan ile evlenip saraya damat olduktan sonra Damat Ali Paşa denilmeye başlanmış. Rehberimiz Damat Ali Paşa’nın da bir devşirme olduğu, 3 yıl kadar Osmanlıya sadrazamlık yaptığı, Mora yarımadasını Venediklilerden aldığı için kendisine Mora fatihi denildiği,  türbenin restorasyon’unun TİKA tarafından yapıldığı bilgisini de veriyor.
   
Mora Fatihi Damat Alipaşa Türbesi

Dönüşte başka bir kale kapısından çıkıyoruz. Kapıya yaklaştığımızda dev dinozor heykellerinin bulunduğu  Jurassic park ’ı  tekrar görüyoruz.

jurasic park

Rehberimiz bu kapının isminin Viyola Corcio  olduğunu söylüyor.  Viyola isyan başlatarak Osmanlı Devleti'ne ihanet etmiş ama Sırplar onu halk kahramanı olarak görürlermiş. Bu kapıya onun ismi vermişler.  

Viyola Corcio kapısı

Kapıdan geçip restorasyonu yapılmakta olan bir heykelin yanında duruyoruz. Rehberimiz bu heykelle ilgili de bize bilgi veriyor. Fransızların Birinci Dünya Savaşı'nda Sırpların müttefiki olduğunu, savaş sonunda karşılıklı olarak ülkelerinde birer heykel yaptıklarını, Sırplar heykelin altına “Fransa'yı seviyoruz, Fransa'nın bizi sevdiği kadar” yazdıklarını, 1994 yılında NATO uçakları Sırpları vurduğunda bu uçakların arasında Fransız uçaklarının da olduğunu, Sırpların Fransız uçaklarının bombardımana katılmalarına kızdıkları için Heykelin üzerini kara çarşafla örttüklerini ve altına da“Artık Fransa bizim için ölmüştür.”  yazdıklarını söylüyor. Şimdi iki ülke arasındaki ilişkiler düzelince 150.000 euro Fransa, 150.000 euro da Sırbistan harcayarak bu heykeli beraber yapıyorlarmış.

Yapılmakta olan Fransız heykeli

Az ileride bir resmin yanında yine duruyoruz. 1867 yılında 6 -19 Nisan tarihleri arasında Abdulaziz diz çökmüş Belgrad’ın anahtarlarını Sırplara teslim ediyor. Sırplar da ona “ Size iyi yolculuklar. Anahtarlarını teslim ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bir daha görüşmemek üzere.” diyorlar. Resimde bu anlatılıyormuş. Tabii bu tablo  bize oldukça acı veriyor.

Belgradın anahtarlarının teslimi

Kale Megdan (Kale Meydanı) gezimizi bitirip  trafiğe kapalı olan yaklaşık 1km.uzunluğundaki Knez Mihajlova caddesine geçiyoruz. Saat 16.00 gibi Mola veriyoruz. Saat 18.00 de  otobüste buluşmak  üzere ayrılıyoruz.  Oradaki bir döviz bürosunda biraz euro bozdurup Sırp dinarı alıyoruz. Az ileride de bir Sırp restorana  girip  köfte ve şopska (salata) yiyoruz. Rehberimiz Restoranda Türklere domuz eti verilmediğini söylüyor.

Yemekten sonra Mihajlova caddesini ve onun paralelindeki cadde ile bazı sokakları gezip otobüsümüze biniyoruz ve  saat 18.00 gibi kalacağımız otelimizin yolunu tutuyoruz.

Otelimiz. Mr. President Hotel.  Odamıza eşyalarımızı yerleştirip serbest zamanda Belgrad’ı gezmek için eşimle çıkıyoruz. Hotelimiz Sava nehrinin  yakınında . Nehrin üzerindeki Vanko köprüsünden karşıya geçiyoruz. Köprüden tramvay geçiyor. Tek tarafında  dar bir yaya  yolu yapılmış. Köprünün üzerinden sava nehri ve Eski Belgrad harika görünüyor.

Sava Nehri

Kanuninin Belgrad kuşatmasına giderken üzerine köprü yaptırdığı Sava  nehri boyunca eski Belgrad yönüne doğru biraz yürüyüp  bir başka köprüden tekrar karşıya geçiyoruz. Hava kararmaya başlıyor. Işıklar yanıyor. Manzara harika.  Daracık sokaklardan geçerek gündüz gezdiğimiz Mihajlova caddesine geliyoruz. Oradan da Kale Megdan’a tekrar gidiyoruz. Gece  Sava nehri ile Tuna nehrinin birleştiği noktayı bir kez daha görüyoruz. Gençler kalenin duvarlarının üzerine oturmuşlar,doyumsuz manzarayı seyrediyorlar. Bir müddet biz de seyrettikten sonra Sokullu  çeşmesine gidiyoruz. Çeşmenin tatlı suyundan kana kana içip biraz daha gezindikten sonra hatıra olarak bir magnet alıp  otelimizin yolunu tutuyoruz.

Gece Kale Megdan’dan Sava Nehri ve Savaş Adası

Yaklaşık saat 11.00 gibi otelimize varıyoruz. Buradaki otelimiz oldukça güzel. Dönüşte bu otelde bir kere daha konaklayacağız.

Osmanlıların eline geçtikten sonra da Belgrad  birçok defa Avusturya, Macaristan ve Sırplar tarafından kuşatılmış.  Nihayet, 357  yıl Osmanlının elinde Kalan Belgrad 1878 Berlin anlaşması ile  Sırbistan’ın bağımsızlığına kavuşması sonunda tamamen Osmanlının elinden çıkmış. Osmanlının idaresinde bulunduğu 357 sene içinde Belgrad’da , bir çok câmi,  mescid,  medrese,  kervansaray,  han,  dükkan, pazaryeri , bedesten, sebil yapılmış. Ama maalesef bugün bunlardan pek bir şey kalmamış. Belgrad’da Osmanlıdan kalma  Bayraklı Camiinin olduğunu biliyoruz ama programda olmadığı için oraya da gidemiyoruz.

15.07.2018 – Pazar. Bu gün gezimizin ikinci günü. Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra Saat 07.40 gibi hareket ediyoruz. Bugün gideceğimiz yer Macaristan. Eski Belgrad’dan yeni Belgrad’a geçiyoruz. Tren istasyonu ve Halk bankasının yanından geçip Macaristan yoluna giriyoruz. Rehberimiz geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi veriyor.

Macaristan sınırına 290 km. yolumuz var. Yolun sağında ve solunda  uçsuz bucaksız ovalar var. Ayçiçeği, mısır ve buğday tarlaları yine dikkatimizi çekiyor. Buğdaylar biçilmiş, ayçiçekleri olgunlaşmaya yüz tutmuş, mısırlar ise yemyeşil henüz olmamış. Yol iki gidiş, iki geliş (duble)  İki yolun ortasına limon çamları dikilmiş. Her taraf kendisine hayran bırakacak kadar yeşil. Tuna nehrinin üzerinden geçiyoruz. Sonra Novi Sad’ın yanından geçiyoruz. Rehberimiz dönüşte Novi Sad’a uğrayacağımızı söylüyor.

Yine yolumuzun üzerinde olan  bir başka şehrin içinden geçiyoruz. Burası Sırbistan ve Macaristan arasında yaklaşık 150.000 nüfuslu Sbotican  şehri. Geçerken bir cami dikkatimizi çekiyor. Demek ki burada Müslüman nüfus yaşıyor.

Sbotica, arasında evler neredeyse görülmeyecek derecede ağaçlık. Evler genelde tek katlı bahçe içinde. Bahçelerde elma ve ceviz ağaçları çoğunlukta. Yol kenarında bir Pazar görüyoruz. Sanırım Pazar günü oranın semt pazarı. Az sonra sınır kapısına varıyoruz. Saatlerimiz 10.10’u gösteriyor. Saat 11.20 gibi Sırbistan gümrüğünden geçip, Macar sınır kapısına geliyoruz. Macaristan’a Sırbistan’nın“Sbotica” sınır kapısından giriyoruz. Bir sınır kapısı daha varmış, ancak orası çok yoğun olduğu için Sbotica sınır kapısına geldik.

1 yorum: