BULGARİSTAN- TÜRKİYE
22/ 7 /2018- Pazar. Sabah 05.45
gibi Belgrad’daki otelimizden ayrılıyoruz. Sabah kahvaltısını yolda
yapacağız. Otel sabah kahvaltısı için
yanımıza kahvaltılık paket hazırlamış. Pakette bir ayran, bir meyve, bir de
sandviç var. sandviçin içine konulan salamı domuz salamına benzettiğimiz için
yemiyoruz. İleride mola verildiğinde orada kahvaltımızı yapmayı
planlıyoruz.
Gideceğimiz yer
Bulgaristan'ın başkenti Sofya. Güneş yeni doğuyor. Bulutların arasından bazen
yüzünü gösteriyor bazen de bulutların arkasına saklanıyor. 10 günlük Orta
Avrupa gezimizin son günü. Belgrad’a gelirken kullandığımız güzergahtan şimdi
geri dönüyoruz. Gezinin ilk gün heyecanı ile etrafı seyrede seyrede geldiğimiz
bu yoldan, şimdi otobüsün büyük bir çoğunluğu gezinin verdiği yorgunluk ve
erken kalkmanın verdiği uykusuzluk nedeniyle olsa gerek uyuyor. Otobüste bir sessizlik hakim. İlk mola yerimiz olacak olan Niş yakınına kadar herhalde böyle
gidecek. Ben hala heyecanımı yitirmemişim ki şimdi Yol kenarındaki güzel yeşil
manzarayı seyrederken bir taraftan da bu satırları yazıyorum. Bundan sonra
varacağımız yer olan Sofya'ya bir yıl önce de gelmiştim. Bu gezide (Sofya
hariç) gittiğimiz yerlere benim ilk gidişim. Sırbistan'a geçen sene gelmiştim
ama o zaman farklı bölgelerini dolaşmıştık. Saat 07.00, yağmur da yağmaya
başladı. Furkan yola çıkmadan 10 günlük hava raporunu almış bize vermişti.
Bugün buralarda Yağmur bekleniyordu. Onun içini şemsiyemizi de almıştık. İhtiyaç olduğunda kullanacağız.
Geziye çıkarken amacımız
Osmanlı'nın Balkanlardaki izlerini takip etmekti. Programı incelediğimizde
beklentilerimizi karşılayan bir program olmadığını görmüştüm. Geçen sene
Osmanlı medeniyetinin batıdaki izlerini görürken bu sene ağırlıklı olarak Batı
medeniyetinin izlerini göreceğimizi biliyordum. Öyle de oldu. Batı medeniyetini
de tanıma fırsatı bulduk. Ecdadımızın kapılarına kadar dayandığı Viyana'nın
kapılarından girip içini de görme imkânına sahip olduk. Gittiğimiz yerlerde
gördüğümüz ortak manzara şuydu. Batı sadece Osmanlı'yı topraklarından
çıkarmakla kalmamış, ona ait medeniyetin izlerini silmek için de elinden geleni
yapmış, bunda başarılı da olmuş. 160 yıl
kaldığı Nazlı Budin (Budapeşte) de bugün Osmanlı eserlerini görmek mümkün
değil. Kanuni Sultan Süleyman'ın Ulu Cami olarak yaptığı mabet şimdi manastıra
dönüştürülmüş. Osmanlı'dan iz bile yok. Balkanlarda gittiğimiz her ülkede,
şehirlerde, köylerde minareler görürken buralarda hiç şahit olmadık desek
yeridir. Ohrid'de, Prizren'de sabah ezan sesiyle uyanırken, buralarda 10 gün
boyunca ezan sesine hasret kaldık. Estergon’da Osmanlıdan neredeyse hiç iz
kalmamış. Tuna kenarında kaidesine kadar
yıkılmış bir minareden başka bir şey görmek mümkün değil. Gittiğimiz yerlerde görkemli saraylar, ihtişamlı kilise
ve manastırlar, devasa heykeller, süslemeli taş yapılar… Ama şunu
söyleyebilirim, Hıristiyan kültürünü yansıtan her şeyi korumuşlar. Bakımını
yapmışlar ve yapıyorlar. Şehirleri buram buram tarih kokuyor. Bu bana umre
ziyaretimiz esnasında yaşadığım bir olayı hatırlattı. Medine’ye gitmiştik.
Hendek savaşının yapıldığı mekana gittiğimizde hendeğin kalıntılarını
göremeyince rehberimize sormuştum. Şu asfalt yolun altında demişti. Hendeğin üzerine asfalt atıp yol yapmışlar.
Çok üzülmüştüm. Tabii bu bir tek örnek. Daha bunun yüzlercesini vermek mümkün.
Batılı ülkeler, kendilerini turizm alanında da çok İyi
pazarlamışlar. Bizde olup da değeri bilinmeyen bazı şeyleri görmek için
insanlar bizim gibi kilometrelerce uzaktan geliyorlar. Şehirlerin orta
kısımları (eski şehir) korunmuş, ama yeni yerleşimler bizdeki gibi beton
yığını. Yalnız Avrupa'nın yeşilliğine diyecek yok. O ağaçlar arasındaki evlerin
güzelliğine hayran kaldık. Evler, genelde şehirlerde az katlı, köylerde ise tek
katlı , bahçe içinde villa gibi. Ağaçların arasında evleri görmekte bile
zorlanıyorsunuz. Her taraf su. Tuna Nehri içinden geçtiği birçok ülkeye ve
şehre hayat olmuş. İçinden Tuna Nehri'nin geçtiği ülke de bunu çok iyi
değerlendirmiş, gelir kapısına çevirmiş. Hem taşımacılıkta, hem konaklamada
(nehir üzerindeki otel gemilerde), hem de gezinti yapmada kullanıyorlar.
Her taraf mısır tarlası, buğday tarlası ve
ayçiçek tarlası . Macaristan gibi ülkelerde zaman zaman şeker pancarı afyon
gibi ürünleri de görmek mümkün. Meyve ağaçları da oldukça bol. Belgrad’da Sava Nehri
ile Tuna'nın buluştuğu manzarayı kaleden Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesinin
yanından, akşam üzeri veya gece seyretmek harika. Budapeşte’de Tuna üzerinde,
Prag’da Vltava Nehri üzerinde gece tekne turu yapmak muhteşem. Savanın
kıyısında gün batarken yürümek huzur verici…
Geçtiğimiz yerlerde buğday tarlalarının yerleri hariç her taraf
yemyeşil. Sanki bahar yeni gelmiş gibi kır çiçekleri, papatyalar, gelincikler… Ormanlarda ise
yeşilin her tonunu görmek mümkün. Tuna’nın kolları vücuttaki kılcal damarlar
gibi her tarafa yayılmış. Çayırlar yemyeşil. Buraları görünce ecdadın bu
bölgeleri elde etmek ve elinde tutmak için neden bu kadar can verdiğini anlamak
mümkün. Tabii “ ila-i kelimetullah” ı
bir kenara bırakırsak.
Nişe varmadan Restaurant
İstanbul'da mercimek çorbası ve Türk usulü demlenmiş çayımızı içiyoruz. Nişten
geçerken fotoğraf alıyoruz. Biraz gittikten sonra bir kanyondan geçiyoruz.
Kanyon boyunca Nisava Nehri bize eşlik ediyor, demir yolu da nehre eşlik
ediyor. Bir Sırp köyünden geçerken fotoğraflarını çekiyoruz.
Sırbistan’da bir köy |
Saat 10.30 gibi Gradina Sınır Kapısına
geliyoruz. Saat 12.00 gibi Sırbistan kapısından, 12.30 gibi de Bulgaristan
kapısından geçip saatlerimizi 1 saat ileri alıyoruz. Sofya yaklaşık 50
kilometre, İstanbul ise 650 kilometre.
Sofya |
Saat 14.30 gibi Sofya’ya geliyoruz. Sofya, Bulgaristan'ın başkenti ve
en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,3 milyon. Sofya’da gezeceğimiz yerler
arasında Balkanların en büyük kilisesi olan Aleksander Nevski Katedrali, Milli
Kütüphane, Sofya Üniversitesi, Eski Kraliyet sarayı. Neo klasik stilde yapılmış
Milli Bulgar Tiyatrosu, Arkeoloji müzesi, Rotonda Kilisesi, Banya Başı Camii
bulunmakta.
Aleksander Nevski Katedrali |
Panoramik bir şehir turundan sonra Aleksander
Nevski Katedralinin yanından geçiyor, Kadı Seyfullah caminin önünde duruyoruz.
Sonra caminin alt tarafındaki bir Türk lokantasında yemek yiyoruz. Banya Başı (Kadı Seyfullah Efendi) camiine
gidip abdestimizi alıp, on gün boyunca ilk defa bir camide öğle namazımızı
kılıyoruz. Banya Başı camii bugün Sofya’da ibadete açık tek cami.
Sofya 1382’de Osmanlıların
hakimiyetine girmiş. Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıdan ayrılışına kadar
yaklaşık beşyüz yıl (496 yıl) Osmanlının hakimiyetinde kalmış. Osmanlı bu
topraklardan ayrıldığında Sofya’da 32 cami ve mescit, 8 medrese, 15 tekke ve
zaviye, 3 imaret, 2 türbe, 13 han ve 7 kervan sarayın da aralarında bulunduğu
toplamda 170 eser bırakmış. Bunlardan bir tanesi de 16. yüzyılda Kanuni Sultan
Süleyman’ın emriyle Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Koca Mehmet Paşa Camii. Yapımında kullanılan
siyah taşlar nedeniyle halk tarafından Kara Cami olarak da bilinen cami,
medrese, kütüphane, imarethane, bimarhane (şifahane), hamam ve kervansaraydan
oluşan bir külliye olarak yapılmış. Sofya Osmanlının elinden çıktıktan
sonra bir müddet silah deposu olarak
kullanılan cami 1903 yılında dış mimarisi değiştirilerek kiliseye çevrilmiş.
Bugün Yedi Aziz Kilisesi olarak
biliniyor.
Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Koca Mehmet Paşa Camii |
Yine diğer bir Osmanlı eseri
de bugün “Sofya Arkeoloji Müzesi” olarak
kullanılan Ulu Cami veya Büyük Cami. “Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen
bu cami 15. asırda Fatih Sultan Mehmet‘in Sadrazamlarından vezir Mahmut Paşa
tarafından yaptırılmış. Caminin yapısı içerisinde medrese, su sarnıcı ve çeşme
bulunmaktaymış. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Cami mahallesi
denilmekteymiş. 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşı yıllarında cami hastaneye
dönüştürülmüş. Daha sonraki yıllarda da kütüphane olarak kullanılmış . 1892
yılından sonra Prens Ferdinand’ın talimatıyla Sofya Arkeoloji Müzesi olarak
kullanılmaya başlanmış.
Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi |
Bugün Sofya’da sadece bir tek caminin açık kalması oldukça üzüntü
verici. Ama biz onu bulduğumuza da şükrediyoruz.
Banya başı (Kadı Seyfullah Efendi) cami |
Banya Başı adıyla da bilinen Kadı
Seyfullah Efendi Camiinin inşaat tarihi 1566 olarak kabul ediliyor. Önünden
geçen metro hattından zarar gören camide,
2012 yılındaki depremde büyük hasar meydana gelmiş. Bunun üzerine iki
devlet arasındaki görüşmeler sonunda TİKA tarafından aslına uygun bir şekilde
onarılmış.
Oradan Aleksander
Nevski Katedraline doğru giderken yağmur yağmaya başlıyor. Ulu Cami’nin
yanından otobüsümüze dönüyoruz. Çünkü yağmur çok şiddetli ve biz şemsiyemizi
otobüste bıraktık.
Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi |
Dönüşte biraz da ıslanıyoruz.
Saat 16.30 gibi de Sofya’dan hareket ediyoruz.
Sofya’da gezmeyi planladığımız
yerleri ben bir sene önce de gezmiştim. Benim için büyük bir kayıp olmuyor.
Otobüsle panoramik bir şehir turundan sonra Sofya’dan ayrılıyoruz. Burası
gezeceğimiz son şehirdi. Artık turumuzu tamamlamış sayılırız. Şimdi hedefimiz
Türkiye.
Sınırın Bulgaristan kısmına yaklaştığımızda
kilometrelerce araç kuyruğu olduğunu görüyoruz. Tırların yanından geçerek sınır
kapısına yaklaşmaya çalışıyoruz ama oldukça zor oluyor. Saat 20.00 gibi sınır
kapısına geliyoruz. Sınırda otobüs az ama yine de işler çok yavaş yürüyor.
Beklemeye devam ediyoruz. Ancak saat 22.30 gibi Türkiye'ye giriş yapıyoruz.
Türkiye sınır kapısında son bir defa daha grup olarak fotoğraf çekiliyoruz.
Türkiye kapıkule sınır kapısı |
Türkiye
sınır kapısına geldiğimizde “Vatanınıza hoş geldiniz.” yazısı ile
karşılanıyoruz.
Kapıkule sınır kapısının Bulgaristan girişi |
10 günlük Büyük Orta Avrupa Turu’muz da
böylece sonlanmış oluyor. İzmir'den gelenler sınır kapısında kendileri için gelen
servisle İzmir'e dönüyorlar, biz ise otobüsümüz ile İstanbul'a devam ediyoruz.
Saat gece 03.00 gibi Kadıköy evlendirme dairesinin önünde başladığı yerde
yolculuğumuz sona eriyor.
0 yorum:
Yorum Gönder