8 Aralık 2018 Cumartesi

Büyük Orta Avrupa Turu Günlüğü VII - BULGARİSTAN- TÜRKİYE



BULGARİSTAN- TÜRKİYE

22/ 7 /2018- Pazar. Sabah 05.45 gibi Belgrad’daki otelimizden ayrılıyoruz. Sabah kahvaltısını yolda yapacağız.  Otel sabah kahvaltısı için yanımıza kahvaltılık paket hazırlamış. Pakette bir ayran, bir meyve, bir de sandviç var. sandviçin içine konulan salamı domuz salamına benzettiğimiz için yemiyoruz. İleride mola verildiğinde orada kahvaltımızı yapmayı planlıyoruz.    

Gideceğimiz yer Bulgaristan'ın başkenti Sofya. Güneş yeni doğuyor. Bulutların arasından bazen yüzünü gösteriyor bazen de bulutların arkasına saklanıyor. 10 günlük Orta Avrupa gezimizin son günü. Belgrad’a gelirken kullandığımız güzergahtan şimdi geri dönüyoruz. Gezinin ilk gün heyecanı ile etrafı seyrede seyrede geldiğimiz bu yoldan, şimdi otobüsün büyük bir çoğunluğu gezinin verdiği yorgunluk ve erken kalkmanın verdiği uykusuzluk nedeniyle olsa gerek uyuyor. Otobüste bir sessizlik hakim. İlk mola yerimiz olacak olan Niş yakınına kadar herhalde böyle gidecek. Ben hala heyecanımı yitirmemişim ki şimdi Yol kenarındaki güzel yeşil manzarayı seyrederken bir taraftan da bu satırları yazıyorum. Bundan sonra varacağımız yer olan Sofya'ya bir yıl önce de gelmiştim. Bu gezide (Sofya hariç) gittiğimiz yerlere benim ilk gidişim. Sırbistan'a geçen sene gelmiştim ama o zaman farklı bölgelerini dolaşmıştık. Saat 07.00, yağmur da yağmaya başladı. Furkan yola çıkmadan 10 günlük hava raporunu almış bize vermişti. Bugün buralarda Yağmur bekleniyordu. Onun içini şemsiyemizi de  almıştık. İhtiyaç olduğunda kullanacağız.

Geziye çıkarken amacımız Osmanlı'nın Balkanlardaki izlerini takip etmekti. Programı incelediğimizde beklentilerimizi karşılayan bir program olmadığını görmüştüm. Geçen sene Osmanlı medeniyetinin batıdaki izlerini görürken bu sene ağırlıklı olarak Batı medeniyetinin izlerini göreceğimizi biliyordum. Öyle de oldu. Batı medeniyetini de tanıma fırsatı bulduk. Ecdadımızın kapılarına kadar dayandığı Viyana'nın kapılarından girip içini de görme imkânına sahip olduk. Gittiğimiz yerlerde gördüğümüz ortak manzara şuydu. Batı sadece Osmanlı'yı topraklarından çıkarmakla kalmamış, ona ait medeniyetin izlerini silmek için de elinden geleni yapmış, bunda  başarılı da olmuş. 160 yıl kaldığı Nazlı Budin (Budapeşte) de bugün Osmanlı eserlerini görmek mümkün değil. Kanuni Sultan Süleyman'ın Ulu Cami olarak yaptığı mabet şimdi manastıra dönüştürülmüş. Osmanlı'dan iz bile yok. Balkanlarda gittiğimiz her ülkede, şehirlerde, köylerde minareler görürken buralarda hiç şahit olmadık desek yeridir. Ohrid'de, Prizren'de sabah ezan sesiyle uyanırken, buralarda 10 gün boyunca ezan sesine hasret kaldık. Estergon’da Osmanlıdan neredeyse hiç iz kalmamış. Tuna  kenarında kaidesine kadar yıkılmış bir minareden başka bir şey görmek mümkün değil. Gittiğimiz  yerlerde görkemli saraylar, ihtişamlı kilise ve manastırlar, devasa heykeller, süslemeli taş yapılar… Ama şunu söyleyebilirim, Hıristiyan kültürünü yansıtan her şeyi korumuşlar. Bakımını yapmışlar ve yapıyorlar. Şehirleri buram buram tarih kokuyor. Bu bana umre ziyaretimiz esnasında yaşadığım bir olayı hatırlattı. Medine’ye gitmiştik. Hendek savaşının yapıldığı mekana gittiğimizde hendeğin kalıntılarını göremeyince rehberimize sormuştum. Şu asfalt yolun altında demişti.  Hendeğin üzerine asfalt atıp yol yapmışlar. Çok üzülmüştüm. Tabii bu bir tek örnek. Daha bunun yüzlercesini vermek mümkün.

Batılı ülkeler,  kendilerini turizm alanında da çok İyi pazarlamışlar. Bizde olup da değeri bilinmeyen bazı şeyleri görmek için insanlar bizim gibi kilometrelerce uzaktan geliyorlar. Şehirlerin orta kısımları (eski şehir) korunmuş, ama yeni yerleşimler bizdeki gibi beton yığını. Yalnız Avrupa'nın yeşilliğine diyecek yok. O ağaçlar arasındaki evlerin güzelliğine hayran kaldık. Evler, genelde şehirlerde az katlı, köylerde ise tek katlı , bahçe içinde villa gibi. Ağaçların arasında evleri görmekte bile zorlanıyorsunuz. Her taraf su. Tuna Nehri içinden geçtiği birçok ülkeye ve şehre hayat olmuş. İçinden Tuna Nehri'nin geçtiği ülke de bunu çok iyi değerlendirmiş, gelir kapısına çevirmiş. Hem taşımacılıkta, hem konaklamada (nehir üzerindeki otel gemilerde), hem de gezinti yapmada  kullanıyorlar.

Her taraf mısır tarlası, buğday tarlası ve ayçiçek tarlası . Macaristan gibi ülkelerde zaman zaman şeker pancarı afyon gibi ürünleri de görmek mümkün. Meyve ağaçları da oldukça bol. Belgrad’da  Sava Nehri  ile Tuna'nın buluştuğu manzarayı kaleden Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesinin yanından, akşam üzeri veya gece seyretmek harika. Budapeşte’de Tuna üzerinde, Prag’da Vltava Nehri üzerinde gece tekne turu yapmak muhteşem. Savanın kıyısında gün batarken yürümek huzur verici…

Geçtiğimiz yerlerde  buğday tarlalarının yerleri hariç her taraf yemyeşil. Sanki bahar yeni gelmiş gibi kır çiçekleri,  papatyalar, gelincikler… Ormanlarda ise yeşilin her tonunu görmek mümkün. Tuna’nın kolları vücuttaki kılcal damarlar gibi her tarafa yayılmış. Çayırlar yemyeşil. Buraları görünce ecdadın bu bölgeleri elde etmek ve elinde tutmak için neden bu kadar can verdiğini anlamak mümkün. Tabii   “ ila-i kelimetullah” ı bir kenara bırakırsak.

Nişe varmadan Restaurant İstanbul'da mercimek çorbası ve Türk usulü demlenmiş çayımızı içiyoruz. Nişten geçerken fotoğraf alıyoruz. Biraz gittikten sonra bir kanyondan geçiyoruz. Kanyon boyunca Nisava Nehri bize eşlik ediyor, demir yolu da nehre eşlik ediyor. Bir Sırp köyünden geçerken fotoğraflarını çekiyoruz.

Sırbistan’da bir köy

Saat 10.30 gibi Gradina Sınır Kapısına geliyoruz. Saat 12.00 gibi Sırbistan kapısından, 12.30 gibi de Bulgaristan kapısından geçip saatlerimizi 1 saat ileri alıyoruz. Sofya yaklaşık 50 kilometre, İstanbul ise 650 kilometre.

Sofya

Saat 14.30 gibi Sofya’ya  geliyoruz. Sofya, Bulgaristan'ın başkenti ve en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,3 milyon. Sofya’da gezeceğimiz yerler arasında Balkanların en büyük kilisesi olan Aleksander Nevski Katedrali, Milli Kütüphane, Sofya Üniversitesi, Eski Kraliyet sarayı. Neo klasik stilde yapılmış Milli Bulgar Tiyatrosu, Arkeoloji müzesi, Rotonda Kilisesi, Banya Başı Camii bulunmakta.

Aleksander Nevski Katedrali

Panoramik bir şehir turundan sonra Aleksander Nevski Katedralinin yanından geçiyor, Kadı Seyfullah caminin önünde duruyoruz. Sonra caminin alt tarafındaki bir Türk lokantasında yemek yiyoruz.  Banya Başı (Kadı Seyfullah Efendi) camiine gidip abdestimizi alıp, on gün boyunca ilk defa bir camide öğle namazımızı kılıyoruz. Banya Başı camii bugün Sofya’da ibadete açık tek cami.

Sofya 1382’de Osmanlıların hakimiyetine girmiş. Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıdan ayrılışına kadar yaklaşık beşyüz yıl (496 yıl) Osmanlının hakimiyetinde kalmış. Osmanlı bu topraklardan ayrıldığında Sofya’da 32 cami ve mescit, 8 medrese, 15 tekke ve zaviye, 3 imaret, 2 türbe, 13 han ve 7 kervan sarayın da aralarında bulunduğu toplamda 170 eser bırakmış. Bunlardan bir tanesi de 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan  Koca Mehmet Paşa Camii. Yapımında kullanılan siyah taşlar nedeniyle halk tarafından Kara Cami olarak da bilinen cami, medrese, kütüphane, imarethane, bimarhane (şifahane), hamam ve kervansaraydan oluşan bir külliye olarak yapılmış. Sofya Osmanlının elinden çıktıktan sonra  bir müddet silah deposu olarak kullanılan cami 1903 yılında dış mimarisi değiştirilerek kiliseye çevrilmiş. Bugün  Yedi Aziz Kilisesi olarak biliniyor.

Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan  Koca Mehmet Paşa Camii

Yine diğer bir Osmanlı eseri de  bugün “Sofya Arkeoloji Müzesi” olarak kullanılan Ulu Cami veya Büyük Cami. “Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen bu cami 15. asırda Fatih Sultan Mehmet‘in Sadrazamlarından vezir Mahmut Paşa tarafından yaptırılmış. Caminin yapısı içerisinde medrese, su sarnıcı ve çeşme bulunmaktaymış. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Cami mahallesi denilmekteymiş. 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşı yıllarında cami hastaneye dönüştürülmüş. Daha sonraki yıllarda da kütüphane olarak kullanılmış . 1892 yılından sonra Prens Ferdinand’ın talimatıyla Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaya başlanmış.

Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi

Bugün Sofya’da sadece bir tek caminin açık kalması oldukça üzüntü verici. Ama biz onu bulduğumuza da şükrediyoruz.

Banya başı (Kadı Seyfullah Efendi) cami

Banya Başı adıyla da bilinen Kadı Seyfullah Efendi Camiinin inşaat tarihi 1566 olarak kabul ediliyor. Önünden geçen metro hattından zarar gören camide,  2012 yılındaki depremde büyük hasar meydana gelmiş. Bunun üzerine iki devlet arasındaki görüşmeler sonunda TİKA tarafından aslına uygun bir şekilde onarılmış.

Oradan  Aleksander  Nevski Katedraline doğru giderken yağmur yağmaya başlıyor. Ulu Cami’nin yanından otobüsümüze dönüyoruz. Çünkü yağmur çok şiddetli ve biz şemsiyemizi otobüste bıraktık.

Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi

Dönüşte biraz da ıslanıyoruz. Saat 16.30 gibi de Sofya’dan hareket ediyoruz.

Sofya’da gezmeyi planladığımız yerleri ben bir sene önce de gezmiştim. Benim için büyük bir kayıp olmuyor. Otobüsle panoramik bir şehir turundan sonra Sofya’dan ayrılıyoruz. Burası gezeceğimiz son şehirdi. Artık turumuzu tamamlamış sayılırız. Şimdi hedefimiz Türkiye.

Sınırın Bulgaristan kısmına yaklaştığımızda kilometrelerce araç kuyruğu olduğunu görüyoruz. Tırların yanından geçerek sınır kapısına yaklaşmaya çalışıyoruz ama oldukça zor oluyor. Saat 20.00 gibi sınır kapısına geliyoruz. Sınırda otobüs az ama yine de işler çok yavaş yürüyor. Beklemeye devam ediyoruz. Ancak saat 22.30 gibi Türkiye'ye giriş yapıyoruz. Türkiye sınır kapısında son bir defa daha grup olarak fotoğraf çekiliyoruz.

Türkiye kapıkule sınır kapısı

Türkiye  sınır kapısına geldiğimizde “Vatanınıza hoş geldiniz.” yazısı ile karşılanıyoruz.

Kapıkule sınır kapısının Bulgaristan girişi

10 günlük Büyük Orta Avrupa Turu’muz da böylece sonlanmış oluyor. İzmir'den gelenler sınır kapısında kendileri için gelen servisle İzmir'e dönüyorlar, biz ise otobüsümüz ile İstanbul'a devam ediyoruz. Saat gece 03.00 gibi Kadıköy evlendirme dairesinin önünde başladığı yerde yolculuğumuz sona eriyor.

0 yorum:

Yorum Gönder