8 Aralık 2018 Cumartesi

Büyük Orta Avrupa Turu Günlüğü VII - BULGARİSTAN- TÜRKİYE



BULGARİSTAN- TÜRKİYE

22/ 7 /2018- Pazar. Sabah 05.45 gibi Belgrad’daki otelimizden ayrılıyoruz. Sabah kahvaltısını yolda yapacağız.  Otel sabah kahvaltısı için yanımıza kahvaltılık paket hazırlamış. Pakette bir ayran, bir meyve, bir de sandviç var. sandviçin içine konulan salamı domuz salamına benzettiğimiz için yemiyoruz. İleride mola verildiğinde orada kahvaltımızı yapmayı planlıyoruz.    

Gideceğimiz yer Bulgaristan'ın başkenti Sofya. Güneş yeni doğuyor. Bulutların arasından bazen yüzünü gösteriyor bazen de bulutların arkasına saklanıyor. 10 günlük Orta Avrupa gezimizin son günü. Belgrad’a gelirken kullandığımız güzergahtan şimdi geri dönüyoruz. Gezinin ilk gün heyecanı ile etrafı seyrede seyrede geldiğimiz bu yoldan, şimdi otobüsün büyük bir çoğunluğu gezinin verdiği yorgunluk ve erken kalkmanın verdiği uykusuzluk nedeniyle olsa gerek uyuyor. Otobüste bir sessizlik hakim. İlk mola yerimiz olacak olan Niş yakınına kadar herhalde böyle gidecek. Ben hala heyecanımı yitirmemişim ki şimdi Yol kenarındaki güzel yeşil manzarayı seyrederken bir taraftan da bu satırları yazıyorum. Bundan sonra varacağımız yer olan Sofya'ya bir yıl önce de gelmiştim. Bu gezide (Sofya hariç) gittiğimiz yerlere benim ilk gidişim. Sırbistan'a geçen sene gelmiştim ama o zaman farklı bölgelerini dolaşmıştık. Saat 07.00, yağmur da yağmaya başladı. Furkan yola çıkmadan 10 günlük hava raporunu almış bize vermişti. Bugün buralarda Yağmur bekleniyordu. Onun içini şemsiyemizi de  almıştık. İhtiyaç olduğunda kullanacağız.

Geziye çıkarken amacımız Osmanlı'nın Balkanlardaki izlerini takip etmekti. Programı incelediğimizde beklentilerimizi karşılayan bir program olmadığını görmüştüm. Geçen sene Osmanlı medeniyetinin batıdaki izlerini görürken bu sene ağırlıklı olarak Batı medeniyetinin izlerini göreceğimizi biliyordum. Öyle de oldu. Batı medeniyetini de tanıma fırsatı bulduk. Ecdadımızın kapılarına kadar dayandığı Viyana'nın kapılarından girip içini de görme imkânına sahip olduk. Gittiğimiz yerlerde gördüğümüz ortak manzara şuydu. Batı sadece Osmanlı'yı topraklarından çıkarmakla kalmamış, ona ait medeniyetin izlerini silmek için de elinden geleni yapmış, bunda  başarılı da olmuş. 160 yıl kaldığı Nazlı Budin (Budapeşte) de bugün Osmanlı eserlerini görmek mümkün değil. Kanuni Sultan Süleyman'ın Ulu Cami olarak yaptığı mabet şimdi manastıra dönüştürülmüş. Osmanlı'dan iz bile yok. Balkanlarda gittiğimiz her ülkede, şehirlerde, köylerde minareler görürken buralarda hiç şahit olmadık desek yeridir. Ohrid'de, Prizren'de sabah ezan sesiyle uyanırken, buralarda 10 gün boyunca ezan sesine hasret kaldık. Estergon’da Osmanlıdan neredeyse hiç iz kalmamış. Tuna  kenarında kaidesine kadar yıkılmış bir minareden başka bir şey görmek mümkün değil. Gittiğimiz  yerlerde görkemli saraylar, ihtişamlı kilise ve manastırlar, devasa heykeller, süslemeli taş yapılar… Ama şunu söyleyebilirim, Hıristiyan kültürünü yansıtan her şeyi korumuşlar. Bakımını yapmışlar ve yapıyorlar. Şehirleri buram buram tarih kokuyor. Bu bana umre ziyaretimiz esnasında yaşadığım bir olayı hatırlattı. Medine’ye gitmiştik. Hendek savaşının yapıldığı mekana gittiğimizde hendeğin kalıntılarını göremeyince rehberimize sormuştum. Şu asfalt yolun altında demişti.  Hendeğin üzerine asfalt atıp yol yapmışlar. Çok üzülmüştüm. Tabii bu bir tek örnek. Daha bunun yüzlercesini vermek mümkün.

Batılı ülkeler,  kendilerini turizm alanında da çok İyi pazarlamışlar. Bizde olup da değeri bilinmeyen bazı şeyleri görmek için insanlar bizim gibi kilometrelerce uzaktan geliyorlar. Şehirlerin orta kısımları (eski şehir) korunmuş, ama yeni yerleşimler bizdeki gibi beton yığını. Yalnız Avrupa'nın yeşilliğine diyecek yok. O ağaçlar arasındaki evlerin güzelliğine hayran kaldık. Evler, genelde şehirlerde az katlı, köylerde ise tek katlı , bahçe içinde villa gibi. Ağaçların arasında evleri görmekte bile zorlanıyorsunuz. Her taraf su. Tuna Nehri içinden geçtiği birçok ülkeye ve şehre hayat olmuş. İçinden Tuna Nehri'nin geçtiği ülke de bunu çok iyi değerlendirmiş, gelir kapısına çevirmiş. Hem taşımacılıkta, hem konaklamada (nehir üzerindeki otel gemilerde), hem de gezinti yapmada  kullanıyorlar.

Her taraf mısır tarlası, buğday tarlası ve ayçiçek tarlası . Macaristan gibi ülkelerde zaman zaman şeker pancarı afyon gibi ürünleri de görmek mümkün. Meyve ağaçları da oldukça bol. Belgrad’da  Sava Nehri  ile Tuna'nın buluştuğu manzarayı kaleden Sokullu Mehmet Paşa Çeşmesinin yanından, akşam üzeri veya gece seyretmek harika. Budapeşte’de Tuna üzerinde, Prag’da Vltava Nehri üzerinde gece tekne turu yapmak muhteşem. Savanın kıyısında gün batarken yürümek huzur verici…

Geçtiğimiz yerlerde  buğday tarlalarının yerleri hariç her taraf yemyeşil. Sanki bahar yeni gelmiş gibi kır çiçekleri,  papatyalar, gelincikler… Ormanlarda ise yeşilin her tonunu görmek mümkün. Tuna’nın kolları vücuttaki kılcal damarlar gibi her tarafa yayılmış. Çayırlar yemyeşil. Buraları görünce ecdadın bu bölgeleri elde etmek ve elinde tutmak için neden bu kadar can verdiğini anlamak mümkün. Tabii   “ ila-i kelimetullah” ı bir kenara bırakırsak.

Nişe varmadan Restaurant İstanbul'da mercimek çorbası ve Türk usulü demlenmiş çayımızı içiyoruz. Nişten geçerken fotoğraf alıyoruz. Biraz gittikten sonra bir kanyondan geçiyoruz. Kanyon boyunca Nisava Nehri bize eşlik ediyor, demir yolu da nehre eşlik ediyor. Bir Sırp köyünden geçerken fotoğraflarını çekiyoruz.

Sırbistan’da bir köy

Saat 10.30 gibi Gradina Sınır Kapısına geliyoruz. Saat 12.00 gibi Sırbistan kapısından, 12.30 gibi de Bulgaristan kapısından geçip saatlerimizi 1 saat ileri alıyoruz. Sofya yaklaşık 50 kilometre, İstanbul ise 650 kilometre.

Sofya

Saat 14.30 gibi Sofya’ya  geliyoruz. Sofya, Bulgaristan'ın başkenti ve en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 1,3 milyon. Sofya’da gezeceğimiz yerler arasında Balkanların en büyük kilisesi olan Aleksander Nevski Katedrali, Milli Kütüphane, Sofya Üniversitesi, Eski Kraliyet sarayı. Neo klasik stilde yapılmış Milli Bulgar Tiyatrosu, Arkeoloji müzesi, Rotonda Kilisesi, Banya Başı Camii bulunmakta.

Aleksander Nevski Katedrali

Panoramik bir şehir turundan sonra Aleksander Nevski Katedralinin yanından geçiyor, Kadı Seyfullah caminin önünde duruyoruz. Sonra caminin alt tarafındaki bir Türk lokantasında yemek yiyoruz.  Banya Başı (Kadı Seyfullah Efendi) camiine gidip abdestimizi alıp, on gün boyunca ilk defa bir camide öğle namazımızı kılıyoruz. Banya Başı camii bugün Sofya’da ibadete açık tek cami.

Sofya 1382’de Osmanlıların hakimiyetine girmiş. Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıdan ayrılışına kadar yaklaşık beşyüz yıl (496 yıl) Osmanlının hakimiyetinde kalmış. Osmanlı bu topraklardan ayrıldığında Sofya’da 32 cami ve mescit, 8 medrese, 15 tekke ve zaviye, 3 imaret, 2 türbe, 13 han ve 7 kervan sarayın da aralarında bulunduğu toplamda 170 eser bırakmış. Bunlardan bir tanesi de 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan  Koca Mehmet Paşa Camii. Yapımında kullanılan siyah taşlar nedeniyle halk tarafından Kara Cami olarak da bilinen cami, medrese, kütüphane, imarethane, bimarhane (şifahane), hamam ve kervansaraydan oluşan bir külliye olarak yapılmış. Sofya Osmanlının elinden çıktıktan sonra  bir müddet silah deposu olarak kullanılan cami 1903 yılında dış mimarisi değiştirilerek kiliseye çevrilmiş. Bugün  Yedi Aziz Kilisesi olarak biliniyor.

Sofu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan  Koca Mehmet Paşa Camii

Yine diğer bir Osmanlı eseri de  bugün “Sofya Arkeoloji Müzesi” olarak kullanılan Ulu Cami veya Büyük Cami. “Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen bu cami 15. asırda Fatih Sultan Mehmet‘in Sadrazamlarından vezir Mahmut Paşa tarafından yaptırılmış. Caminin yapısı içerisinde medrese, su sarnıcı ve çeşme bulunmaktaymış. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Cami mahallesi denilmekteymiş. 1877 – 1878 Osmanlı Rus savaşı yıllarında cami hastaneye dönüştürülmüş. Daha sonraki yıllarda da kütüphane olarak kullanılmış . 1892 yılından sonra Prens Ferdinand’ın talimatıyla Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaya başlanmış.

Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi

Bugün Sofya’da sadece bir tek caminin açık kalması oldukça üzüntü verici. Ama biz onu bulduğumuza da şükrediyoruz.

Banya başı (Kadı Seyfullah Efendi) cami

Banya Başı adıyla da bilinen Kadı Seyfullah Efendi Camiinin inşaat tarihi 1566 olarak kabul ediliyor. Önünden geçen metro hattından zarar gören camide,  2012 yılındaki depremde büyük hasar meydana gelmiş. Bunun üzerine iki devlet arasındaki görüşmeler sonunda TİKA tarafından aslına uygun bir şekilde onarılmış.

Oradan  Aleksander  Nevski Katedraline doğru giderken yağmur yağmaya başlıyor. Ulu Cami’nin yanından otobüsümüze dönüyoruz. Çünkü yağmur çok şiddetli ve biz şemsiyemizi otobüste bıraktık.

Ulu Cami veya Büyük Cami olarak bilinen Sofya Arkeoloji Müzesi

Dönüşte biraz da ıslanıyoruz. Saat 16.30 gibi de Sofya’dan hareket ediyoruz.

Sofya’da gezmeyi planladığımız yerleri ben bir sene önce de gezmiştim. Benim için büyük bir kayıp olmuyor. Otobüsle panoramik bir şehir turundan sonra Sofya’dan ayrılıyoruz. Burası gezeceğimiz son şehirdi. Artık turumuzu tamamlamış sayılırız. Şimdi hedefimiz Türkiye.

Sınırın Bulgaristan kısmına yaklaştığımızda kilometrelerce araç kuyruğu olduğunu görüyoruz. Tırların yanından geçerek sınır kapısına yaklaşmaya çalışıyoruz ama oldukça zor oluyor. Saat 20.00 gibi sınır kapısına geliyoruz. Sınırda otobüs az ama yine de işler çok yavaş yürüyor. Beklemeye devam ediyoruz. Ancak saat 22.30 gibi Türkiye'ye giriş yapıyoruz. Türkiye sınır kapısında son bir defa daha grup olarak fotoğraf çekiliyoruz.

Türkiye kapıkule sınır kapısı

Türkiye  sınır kapısına geldiğimizde “Vatanınıza hoş geldiniz.” yazısı ile karşılanıyoruz.

Kapıkule sınır kapısının Bulgaristan girişi

10 günlük Büyük Orta Avrupa Turu’muz da böylece sonlanmış oluyor. İzmir'den gelenler sınır kapısında kendileri için gelen servisle İzmir'e dönüyorlar, biz ise otobüsümüz ile İstanbul'a devam ediyoruz. Saat gece 03.00 gibi Kadıköy evlendirme dairesinin önünde başladığı yerde yolculuğumuz sona eriyor.

Büyük Orta Avrupa Turu Günlüğü VI - DÖNÜŞ YOLUNDA SIRBİSTAN



DÖNÜŞ YOLUNDA SIRBİSTAN

21.07 2018 cumartesi. Gezimizin 9. Günü.  Sabah 07.00 gibi Viyana'ya veda ediyoruz. Bugünkü güzergahımız Sırbistan'daki Novi Sad. Oradan da Belgrad’a geçeceğiz.

Dönüşümüzü yine Macaristan Budapeşte üzerinden yapıyoruz. Ama bu defa şehre girmeden transit geçiyoruz. Geçerken Tuna Nehri'ni bir kere daha görüyoruz.

Yolda 20 dakikalık bir moladan sonra saat 12.15 gibi Macar sınır Kapısına geliyoruz. Kapı yoğun görünüyor. Yaklaşık bir saat bekledikten sonra saat 13.20 gibi Macar sınırından geçip Sırp kapısına geliyoruz. Sırbistan kapısında çok beklemiyoruz. Gurbetçilerin araçları her iki sınır kapısında da yoğun. Sıra bekliyorlar. Otobüsler ayrı kapıdan içeri alındıkları için biz çok beklemiyoruz. Rehberimiz pasaportlarımızı topluyor ve giriş işlemlerimiz toptan  yapılıyor. Bir hafta önce ayrıldığımız Sırbistan topraklarına bu defa farklı bir sınır kapısından giriyoruz. 

Sırbistan'a geçtikten sonra bir benzin istasyonunda mola veriyoruz. Öğle vakti girmiş. Lavabolarda abdestimizi alıp çimlerin üzerinde namazımızı kılıyoruz ve Novi Sad’a doğru hareket ediyoruz.

15.30 gibi Novi Sad’a  geliyoruz. Novi Sad, Sırbistan'ın kuzeyinde,  Karlofça Anlaşması’nın yapıldığı Karlofça kasabasının yakınlarında, Voyvodina'nın merkezi olan şehir. Nüfusu 290.000 civarında. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Ortodoks Hıristiyan. Tuna Nehri İçinden geçiyor. Gördüğümüz kadarıyla gelişmiş bir şehir değil. Otobüsten indiğimiz yerde Zara’nın mağazasını görüyoruz. Yer altı geçidinden geçip özgürlük meydanına varıyoruz. Orada  Belediye binası ve katedralin birkaç fotoğrafını çekiyoruz. Sonra serbest zamanda biraz merkezde dolaşıp saat 17.00 gibi Belgrad’a hareket ediyoruz. Bence Novi Sad mutlaka gidilmesi gereken bir şehir değil. Belki de en güzel yanı şehirden Tuna Nehrinin geçiyor olması.

Novi Sad
Novi Sad
Novi Sad
Novi Sad

Saat 18.30 gibi Belgrad’a geliyoruz. Eşyalarımızı yine aynı otele yerleştirdikten sonra Sava Nehri kıyısında bir gezinti yapıyoruz. Bu defa karşıya geçmiyoruz. Otelimizin tarafında olan kıyısında geziyoruz. Bizdeki deniz sahili gibi insanlar Sava boyunca gezintiye çıkmışlar.  Tuna nehri Çok güzel ama Sava Nehri de güzel. İnsana bir başka huzur veriyor. Zamanımız olsaydı orada da tekne turu yapmayı isterdim.

Sava Nehri

Güneş batıp köprüler ve şehir ışıklandırıldıktan bir müddet sonra  otelimize dönüyoruz. Çünkü sabah saat 05.45 de Bulgaristan’a hareket edeceğiz. Yıllarca ecdadımızın hükümran olduğu bu topraklardaki son gecemiz.

 
Sava Nehri ve Belgrad

Büyük Orta Avrupa Turu Günlüğü V - AVUSTURYA



AVUSTURYA

15.30 gibi Avusturya topraklarına giriyoruz. Linz’ üzerinden Viyana’ya gidiyoruz. Linz ,Avusturya'nın kuzeybatısında, Yukarı Avusturya Eyâleti’nin başkenti. Yaklaşık 200.000  nüfuslu. Ortasından Tuna nehri geçiyor. Rehberimiz Linz’in Avusturya’nın 3. büyük şehri olduğunu ve sanayi şehri olduğunu söylüyor.

Linz

Viyana'ya giderken sık sık yerleşim yerleri görüyoruz ama bunlar gördüğümüz diğer ülkeler gibi dağların eteklerinde dağınık değil, aksine düz alanlarda ve toplu şekilde. Yolun sağında ve solunda öbek öbek ağaçlar görüyoruz. Mısır tarlaları hala yemyeşil. Buğday tarlaları biçilmiş. Artık bu bölgede ayçiçeği görmüyoruz yolun sağ ve solundaki ekili alanların genişliği dikkat çekiyor. Zaten orta Avrupa ülkeleri her bakımdan birbirlerine çok benziyor. Birbirine yakın küçük köyler görüyoruz. Orta büyüklükte kasabalar ve köyler… Yerleşim yeri yakınlarındaki otoyollarda ses duvarları mevcut. Burada ormandan daha çok ekili araziler var. Viyana'ya yaklaştıkça ayçiçek tarlalarının arttığını,  ormanların da biraz daha sıklaştığını görüyoruz.

Viyana’ya yaklaştıkça heyecanımız biraz daha artıyor. Bir zamanlar dedelerimizin iki defa kapılarına kadar dayandığı ama bir türlü içine giremediği, Avrupa’nın köklü imparatorluklarına ev sahipliği yapmış bu kadim şehri görecek olmak bizi oldukça heyecanlandırıyor. Viyana aynı zamanda Türk kökenli vatandaşların da yoğun olduğu bir şehir. Avusturya topraklarında yaşayan yaklaşık 190.000 civarındaki Türk kökenli vatandaşların 70.000’i aşkın kısmı Viyana’da yaşıyor. Ayrıca bir zamanlar  buradaki üniversitelerde okumak için birçok Türk gencinin Viyana’ya geldiğini de biliyoruz. Tarih, kültürün ve sanatın başkenti Viyana’ya bu duygu ve düşünceler içersinde ilerlerken rehberimiz Avusturya ve Viyana hakkında bilgi veriyor. Avusturya'nın sekiz buçuk milyon nüfusu olduğunu, bunun yaklaşık 2 milyonunun Viyana’da yaşadığını, gayrisafi milli gelirinin 43 bin dolar olduğunu, Viyana'nın Avrupa’nın en pahalı şehirlerinden biri olduğunu, para biriminin euro olduğunu, 1955 yılında bağımsızlığını kazandığını, Ülkenin topraklarının %47'sinin orman olduğunu, demir, magnezyum, grafit, kömür gibi madenlerin bol olduğunu, doğalgaz ve Petrol bakımından Avrupa'nın 14. ülkesi olduğunu, Habsburg hanedanına yüzyıllarca başkentlik yapmış olduğunu, bu hanedanlığın kızlarını etraftaki ülkelerin prensleri ile evlendirip, torunları eliyle bu devletleri de yönettiğini, Viyana'nın sanat şehri olduğunu, bunun için müze, opera binalarının çok olduğunu söylüyor. Ayrıca Osmanlıların viyana kuşatması hakkında da bilgi veriyor.

Osmanlı Devleti iki defa Viyana’yı kuşatmış, bunlardan birincisi 1529 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından gerçekleştirilmiş, bu kuşatma 17 gün sürmüş. Kanuni Sultan Süleyman 17 gün sonra kuşatmayı kaldırmış. Aslında Kanuni Sultan Süleyman payitahttan Viyana'yı kuşatmak amacıyla Yola çıkmamıştı. 1926'da Budin’i fethedince onun yönetimini Erdel Voyvodası Zapolya’ya  bırakıp  24 eylül 1526’da payitahta dönmek üzere Budin’den ayrılmıştı. Bunu fırsat bilen Avusturya Arşidükü Ferdinand, Alman İmparatorluğu'ndan da yardım alarak 20 Ağustos 1527’de Budin’i zaptetmiş. Zapolya  Kayınpederi Lehistan kralına sığınmış, tahtını tekrar ele geçirmek için de Osmanlı Devleti'nden yardım istemiş. Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman 200.000 kişilik bir ordu ile Budin’i tekrar almak için  10 mayıs 1929’da İstanbul’dan hareket etmiş. 03 Mayıs 1529 da Budin önlerine gelmiş.  7 eylülde Budin’e giren Kanuni Budin’i tekrar  Zapolya’ya teslim edip, Viyana’ya kaçan Ferdinand'ın peşine düşmüş ve 27 Eylül tarihinde Viyana’yı kuşatmış. Ferdinand, Kanuninin arkasından geleceğini tahmin ettiği için Viyana’nın idaresini komutan Kostas’a bırakarak Avrupa’dan haçlı ordusu toplamak için Almanya’ya gitmiş. Kostas, Tunaya Osmanlı gemileri geçemesin diye kazık çaktırmış, yangın mermileri ile ahşap çatıları yakmasın  diye evlerin çatılarını  söktürmüş, Mermiler sıçramasın diye yollardaki taş döşemeleri söktürmüş. Savaşamayacak sivilleri Viyana’nın dışına çıkarmış. Kaleye üç ay yetecek yiyecek stoklamış. Böylece hazırlıklarını tamamlamış. Alman asilzadeleri de  Ferdinand’a yardım kuvvetleri ile katılmışlar. Şiddetli bir savunmayla karşılaşıldığından İbrahim paşanın da teklifi ile kuşatma kaldırılmış. Ordu geri çekilmiş.

1. Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasının  sebebi kuşatma için önceden yeterli hazırlığın yapılmamış olması, surların altına yeterince lağım kazdırılamaması,   yeterli erzak stoğunun bulunmaması, kış mevsiminin yaklaşmış olması ve ağır topların getirilmemiş olmasıdır.

Rehberimiz 2. Viyana kuşatması ile ilgili de bilgi veriyor.

2. Viyana kuşatması da 1683 yılında 4. Mehmet döneminde gerçekleşmiş. 4. Mehmet ordunun başında Belgrad’a kadar gelerek, orada ordunun başına Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı  getirir. Padişahın niyeti Viyana’yı kuşatmak değildir. Belgrad’da toplanan Osmanlı savaş meclisi Yanıkkale ve  Komran kalesine mi yoksa Viyana’ya mı sefer yapılmasının daha uygun olacağını görüşür. Merzifonlu niyetinin Viyana’ya gitmek olduğunu söyler. Budin valisi İbrahim Paşa ile Kırım Hanı Murat Giray bu fikre karşı çıkarlar. Kırım hanı o yıl Yanıkkale’nin alınmasını, Viyana’nın kuşatılmasının bir sonraki yıla bırakılmasını söyler.

Merzifonlu onları dinlemez ve Viyana’ya yürür. Emrinde 350-400.000 civarında bir ordu vardır. Padişah 4. Mehmet bunu duyduğunda maksadının Viyana değil, Komran Kalesi ile Yanıkkale olduğunu, bunu önceden bildirseydi izin vermeyeceğini söyler. Ama iş işten geçmiştir. Osmanlı ordusu  12 Temmuz 1683’de Viyana önlerine gelir. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa paşanın gelişi ile kuşatma başlar. Bu arada papalık da Avrupa Hıristiyanlarını harekete geçirmiştir. Kara Mustafa paşa gelecek yardımları engellemek için Kırım hanı Murat Girayı Tuna üzerindeki taş köprüyü tutmak üzere, İbrahim paşayı da ordunun geri emniyetini sağlamak üzer görevlendirir. Sonra 100.000 kişilik bir kuvvetin Viyana’ya yardıma geldiğini öğrenince, İbrahim Paşa’dan ordunun geri emniyetini sağlamak üzere bir miktar askeri bırakıp  Viyana’ya acele gelmesini söyler. İbrahim paşa bir miktar askeri orada bırakarak  asıl orduya katılır. Kırım hanı görevini başarıyla yapamaz. Leh ordusu köprüden geçerek Viyana’ya gelir. Düşman sağ ve sol kanatlara yüklenir. Osmanlı ordusunda sağ ve sol kanatlardaki çözülmenin ardından merkez de çözülmeye başlar. Sonunda 61 gün süren kuşatma kaldırılır ve ordu  Budin’e çekilir.

Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana hezimetinden sorumlu tuttuğu Budin Valisi İbrahim Paşayı idam ettirir. Kırım hanını da padişaha azlettirir. Sarayda ise bozgunun tek sorumlusunun Kara Mustafa Paşa olduğu düşünülmektedir. Padişah 4. Mehmet de Sadrazamın idamı için ferman çıkarır ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa da  24 ocak 1684’ de Belgrad’da idam edilir. Bu başarısızlık Osmanlıyı Sırbistan’daki Novi Sad yakınlarındaki Karlofça’da  “Karlofça Anlaşması”nı yapmaya zorlar. Karlofça anlaşması Osmanlı’nın da gerileme döneminin başlangıcı olur.

İşte 335 yıl önce ecdadımızın son defa kapılarına dayandığı Viyana’ya 19 Temmuz 2018 Perşembe günü saat 18.00 gibi giriyoruz. Viyana’da panaromik şehir turundan sonra gezeceğimiz yerler arasında Opera binası, Üniversite, Parlemento binası, Tiyatro, Hofburg Sarayı, Hundertwasser House bulunmakta.

Elizabeth Sisi’nin yazlık sarayının yanından geçiyoruz. Bu saray daha sonra ziyaret edeceğimiz yerler arasında. Panoramik bir şehir turu yapıyoruz. Tuna Nehri şehrin ortasından geçiyor. Şehir, merkezden çevreye doğru kısımlandırılmış. Yabancılar Viyana’nın kenar semtlerinde otururmuş. Türkler de şehrin 9.10. kısımlarında oturuyorlarmış. Oradan apartman altında bir Türk camiinin yanından geçiyoruz.

Viyana’da Türk cami

Rehberimiz Opera binasını gösteriyor ve binanın açılışının 1869 yılında Mozart’ın “ ‘Don Giovanni”  bestesiyle yapıldığını söylüyor. Opera binası 2. Dünya savaşı sırasında zarar görmüş. Restorasyonu 10 yıl kadar sürmüş ve şu anda da aktif durumdaymış.

Geçerken sağ taraftaki Alman bilim adamı Goethe’nin heykelini gösteriyor.

Maria Theresia Meydanı’nın yakınlarında otobüsümüzden iniyoruz. Rehberimiz Kostant Kilisesini, Parlemento binasını ve Belediye binasını gösteriyor ve oradan Maria Theresia Meydanına yürüyoruz.

Maria Theresia 13 mayıs 1717’ de Viyana’da doğmuş. Babası Habsburg hanedanından Avusturya Arşidükü ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru VI. Karl (Charles)tır. Maria Theresia 1736 yılında Lorraine Dükü Franz Stephan ile evlenmiş. 14 çocuğu olmuş. 1740’ta babasının ölümü üzerine Habsburg hanedanının varisi olarak Avusturya Arşidüşesi, Macaristan ve Bohemya Kraliçesi olmuş. Koyu bir Katolik olan Maria 29 kasım 1780’de Viyana’da ölmüş. Bugün yıllarca devleti idare ettiği Hofburg Sayayının önündeki meydana ismi verilmiş ve heykeli dikilmiş.

Maria Theresia meydanı
Maria Theresia’nın heykeli

Meydanın sağında ve solunda iki müze bulunuyor. Sol taraftaki Doğa Sanatları müzesi , sağ taraftaki ise  Tarih Sanatları Müzesi’ymiş. Binalar 1896 yılında Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph tarafından yaptırılmış. Önce Tarihi Sanatlar Müzesi, sonra da Doğa Sanatları Müzesi yapılmış.

Doğa Sanatları müzesi
Tarih sanatları müzesi

Binalar bir birine benzese de mimarileri arasında fark varmış. Meydanda fotoğraf çekip yolun karşısındaki Hofburg Sarayına  gidiyoruz.

Habsburglar 1278-1918 yılları arasında Avrupa’da, özellikle de Avusturya’da saltanat süren bir hanedanlık. Hanedanlık kızlarını etraf ülkelerin prensleriyle evlendirerek torunları eliyle o ülkelerin yönetiminde de söz sahibi olmuş  ve Avrupa'nın en güçlü hanedanı haline gelmişlerdir.Hanedanlığın yönettiği ülkeler arasında Kutsal Roma-Cermen imparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Avusturya imparatorluğu ile Hırvatistan, İspanya, Macaristan, Portekiz,Bohemya ve Erdel Krallıklarını sayabiliriz. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yıkılan Habsburg İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde bugün Avusturya, Macaristan, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Çekoslovakya, Slovenya, Slovakya, Karadağ, Polonya, Ukrayna, Romanya, Sırbistan ve İtalya  gibi devletlerin bulunduğunu  söyleyebiliriz. Hofburg Kışlık Sarayı da onların yüzyıllarca devleti ve devletleri yönettikleri merkezdi.

Hofburg Kraliyet Sarayının yapımına 1278 yılında  başlanmış,   zamanla ilave binalar yapılarak bugünkü halini almış. Saray Kutsal Roma-Germen, Avusturya-Macaristan ve son olarak Avusturya İmparatorluk resmi sarayı olarak kullanılmıştır.    

Hofburg Sarayı giriş kapısının dıştan görünüşü

Girdiğimiz kapı Roma İmparatoru Francıs tarafından yaptırılmış. Sonra kapı yıkılmış,  18. Yüz yılda aynı yere tekrar yapılmış. Saraya girince geniş bir bahçe sizi karşılıyor. Burada bir zamanlar Avrupa’yı idare etmiş Maria Theresia, Franz Stephan, Fransız Kraliçelerinden biri olan Marie Antoinet, Franz Joseph, Eli Elizabeth Sisi… gibi Habsburg hanedanının güçlü kralların ve eşlerinin yaşadığını düşünmek bile insana heyecan veriyor. Gotik ve barok usulde yapılmış tarihi binalar muhteşem görünüyor. Saray 18 bina, 19 avlu ve 2,600 oda’dan oluşuyormuş.

Hofburg Sarayı giriş kapısının içten görünüşü

Saray bahçesinin ortasından bir yol geçiyor. Yolun sağ tarafında at üstünde bir heykel görüyoruz. Bu da Franz Joseph’in heykeliymiş.
Franz Joseph, 1848-1916 yılları arasında en uzun hüküm süren Avusturya-Macaristan imparatorudur. 1914'te Sırbistan'a savaş açarak, I. Dünya Savaşı'nın çıkmasına neden olmuş ve savaş sırasında ölmüştür.

Franz Joseph’in heykeli

Bir heykel de yolun sol tarafında var. O da Osmanlıya karşı savaşmış Avusturyalı prens Öjen’e aitmiş. Prens Öjen 1663 –1736 yılları arasında yaşamış, Habsburg’lu Avusturya İmparatorluğu'nun ünlü generalidir.  Osmanlı ordusunun II. Viyana kuşatması sırasında krallık ordusuna hizmet veren Prens Öjen, aynı zamanda 1697 yılında Türkleri Zent’de yenilgiye uğratan komutandır. Osmanlılardan 1717 yılında Belgrad’ı alan komutan da odur. Saray bahçesine onun da heykelini dikmişler. Heykelde Öjen, şaha kalkmış atıyla tasvir edilmiş.

Avusturyalı prens Öjen
Hofburg Sarayı

Bahçeden aşağıya doğru iniyoruz. Ortada büyük, sağda ve solda da birer küçük kapı var. Biz sol taraftaki kapıdan geçiyoruz. Rehberimiz sağ tarafta bir yeri gösteriyor. Orada Spanische Reit schule (İspanyol Binicilik Okulu) varmış. Şimdi İspanyol atlarının derneği olarak  kullanılıyormuş.

Zamanımız olmadığı için saray içindeki İmparatorluk Evlerini, Sisi Müzesini ve Gümüş koleksiyonları gezemiyoruz. 

Hofburg Sarayı

Sarayın kapısından geniş bir alana çıkıyoruz. Meydanda at arabalarını görüyoruz.

Hofburg Sarayı

Bizdeki Adalar gibi burada da ulaşımda at arabaları (Fayton) kullanılıyormuş. Atlar etrafı kirlettiği için buna karşı çıkanlar olmuş. Ama bugün yine uygulama devam ediyormuş.

At arabaları

Yerler yıkanmış olmasına rağmen at pisliği kokusunu duyuyorsunuz. Sarayın alt kısmından  da fotoğraflarını çektikten sonra aşağıya doğru yolumuza devam ediyoruz. Sol tarafta bir pastane görüyoruz Demel Pastanesi. Orada Viyana’ya özgü çok güzel melange kahvesi yapılırmış. Biz de inşallah dönüşte içeriz diye düşünüyoruz ve rehberimizin ardından yürümeye devam ediyoruz.

Rehberimiz ileride bir anıtın önünde duruyor. Bunun Orta Avrupa’nın  en güzel Veba Anıtı olduğunu söylüyor. Anıt 38 m. uzunluğunda ve üzeri altın kaplamalıymış.
 
Orta Avrupa’nın  en güzel Veba Anıtı

Yolumuza devam ediyoruz. Graben caddesi üzerinde Aziz Stephan Katedrali önünde duruyoruz. Rehberimiz yine katedralle ilgili bilgi veriyor.Aziz Stephan’nın Budapeşte’deki St. Mathias Katedralinin önünde de heykelinin olduğunu, Kendisinin ilk Macar kıralı olarak bilindiğini, Katedralin  çanının Osmanlının Viyana kuşatmasında attığı güllelerden eritilerek yapıldığını, bu gün hala tepesinde Osmanlının attığı bir güllenin bulunduğunu söylüyor. Katedral, gotik mimari tarzında 1147 yılında inşa edilmiş, Yüksekliği 136 m.

Aziz Stephan Katedrali

Saat 21.30’da Veba anıtının önünde buluşmak üzere ayrılıyoruz. Karnımız acıktı. Şimdi bizim damak zevkimize uygun yiyecekler bulunan bir yer bulmamız lazım. Rehberimiz bu konuda da bize rehberlik ediyor. Aşağıda Tuna nehri boyunda bir dönerciye gidip döner yiyoruz. Tabii dönerci denilince aklımıza hemen Türkler geliyor. Burasının işletmecisi de Türk. Viyana’da Türklerin çok olduğunu biliyoruz.

Karnımızı da doyurduktan sonra Viyana caddelerinde dolaşıyoruz. Şehir oldukça düzenli. Şehrin caddelerinde buram buram tarih kokuyor. Binalar hep tarihi asılları korunarak restore edilmiş. Bu konuda Avrupa çok iyi. Gezdiğimiz bütün ülkelerde bunu gördük.
Viyanada dolaşırken bir grup insanı parkta dans ederken görüyoruz. Kendilerini müziğin ritmine kaptırmışlar. Bir müddet onları seyrettikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor.

Dans eden gençler

Rehberle gezdiğimiz yerleri bir de  kendi başımıza geziyoruz. Maria Theresia Meydanı, Hofburg sarayı derken saat 21.00 gibi Demel Pastanesinin önüne geliyoruz. Ama pastane çoktan kapanmış. Oradan buluşma yerimiz olan Veba anıtının önüne doğru ilerliyoruz. Oradaki bankların üzerine bir müddet oturup buluşma saatimizin gelmesini bekliyoruz. Herkes toplandıktan sonra saat 21.30 gibi hareket ediyoruz. Yine Hofburg sarayından geçip indiğimiz yerde otobüsümüze binip otelin yolunu tutuyoruz.

20/07/2018 Cuma. Bugün saat 9.15 gibi otelden ayrılıyoruz.  Programımızda  Viyana ormanları turu var. Bu da ekstralar arasında. Bu tura katılmak için kişi başı ekstra  60 euro ödemek gerekiyor. Tura katılmayacaklar Viyana’da otelde kalıyor. Onlar da kendi imkanlarıyla Viyana’yı gezecekler.

Bu gün Liechtenstein Şatosu, Seegrote yer altı gölü, Mayerling Av Köşkü , Heilingenkreuz Manastırı, Baden Kaplıca Şehri, Schönbrunn Sarayı’nı gezeceğiz.  Yani Avusturya’nın ormanlarına gideceğiz. ülkenin %47'si orman.

Önce Liechtenstein Şatosuna çıkıyoruz. Şato özel mülkmüş. Tepenin üstünde ormanın içinde. Şatoya ulaşmak için ormanın içinde biraz yürüyüş yapıyoruz.

Önce Liechtenstein Şatosuna gidenyol

Şatoya geldiğimizde  yakınında bir ev görüyoruz. İçinde insanlar var.

ev

Rehberimiz Şatoyla ilgili bilgi veriyor. Şatonun 1200’lü yıllarda yapıldığını, Osmanlının  her iki Viyana kuşatmasında da buraya uğrayıp zarar verdiğini, Şatonun en son halini 1840 yılında aldığını, Şu anda Urak Dükü’nün özel mülkü olduğunu ancak onun tarafından kullanılmadığını, Şatonun girişinin de olmadığını söylüyor.

Liechtenstein Şatosu

Fotoğraf çekmek için verdiği serbest zamanın ardından toplanıp yine ormanın içinden otobüsümüze doğru yürüyoruz. Hedefimiz maden ocağı iken bir patlama neticesinde içine su dolarak yer altı gölü olan ve 2. Dünya savaşı sırasında Nazilerin gizli savaş uçağı ürettikleri Seegrote Yer Altı Gölü.

Seegrote Yer Altı Gölü
Tünel girişi

Madenin kapısının üstünde Seegrotte yazıyor. Kapıda madende soğukluğun 9C° olduğu da belirtilmiş. Montlarımızı giyip Saat 10.45 de madene giriyoruz. Hazırlıksız girenler üşüyor. Uzun bir tünelden geçiyoruz. Tünelde vagonların geçtiği raylar döşeli. Tünel iki kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar. Güvenlik tedbirleri alınmış. 

Madende Galeri ve tüneller

Sonra bir galeride duruyoruz. Orası madenlerin dışarıya çıkarıldığı yermiş. Galerinin içinde dönen bir beygir heykeli var. Girişte rehberimize verilen cihazdan Türkçe olarak  madenle ilgili verilen bilgileri dinliyoruz. Madenler yukarıya, dönen beygirler ile çıkarılırmış. Basit bir sistem kurulmuş. Beygir döndükçe dolu vagonlar yukarıya çıkarken boş vagonlar aşağıya inermiş. Dönen beygirlerin gözleri kör olurmuş.

Galeride vagonları çeken at
Galerinin içinde dönen bir beygir heykeli

Yolumuza devam ediyoruz. Madende bir çok galeriler görüyoruz İşçilerin çalışmalarını temsil eden heykeller, maden çıkarılmasında kullanılan araç- gereç, Meryem ana figürünün bulunduğu her sene Aralığın ilk Pazar günü Azize barbara törenlerinin yapıldığı köşe…

Azize barbara törenlerinin yapıldığı yer
Madenden fotoğraflar

Şimdi 14 m. Aşağıdaki büyük göle ineceğiz. Madende 1913’te bir patlama olmuş. Bu göl Patlama neticesinde içeriye dolan sulardan oluşmuş. Gölün alanı 6.200 m2 imiş. Yerin 60 metre altında Avrupa’nın en büyük yer altı gölüymüş. Maden 1912-1948 yılları arasında işletilmiş. 20 milyon litre su çıktığı için ocağın işletilmesine son verilmiş. 1944’de su tulumba ile çekilerek boşaltılmış. Suyu kontrol altına alabilmek için günde 50 bin litre su tulumbalarla boşaltılıyormuş.  Boş kalan alan uçak fabrikası için elverişli olduğundan 1944 yılında Alman firması Heinkel tarafından Heinkel 162 tipi uçağın gövdesi burada üretilmeye başlanmış. Üretilen parçalar buradan geceleyin çıkarılıp hava alanı yakınındaki Mauthausen kasabasına götürülür, orada montajı yapılırmış. 1945’te Ruslar burayı keşfedince Heinkel çalışanları tarafından tahrip edilmiş.  Galeride uçağın orada üretilen gerçek parçalarını ve Heinkel 162 tipi uçağın maketini görüyoruz.

Heinkel 162 tipi uçağın üretildiği galeride uçak maketi

Sol tarafta işçilerin istirahat ettikleri  ısısı her zaman 12 C° olan bir dinlenme odasını görüyoruz.Sonra aşağıya inip madendeki patlama sonunda oluşan gölde tünellerden geçerek bir tekne gezintisi yapıyoruz. Tekneler 26 kişi alıyor. Suyun derinliği 1.5 metre ile 13 metre arasında değişiyormuş. Su oldukça berrak, dibi görünüyor. Şimdi de yine her gün su seviyesini ayarlamak için 50.000 litre su boşaltılmaya devam ediliyormuş .

Madendeki patlama sonunda oluşan yeraltı gölü
Yer altı gölünde tekne gezintisi

Tekneyle gezinti sonunda duvarda gördüğümüz kırmızı harflerle yazılmış  yazıda şöyle deniyormuş: ”Bot batmadı diyerek Allah’ına dua et. Minnettarlığını belirten ufak bir bahşişi vererek gemiciye helal et.”  Rehberimiz gemicinin bahşişini veriyor, oradan ayrılıp geldiğimiz yerden geri dönüyoruz. Saat 11.50 gibi mağaradan ayrılıyoruz. Çok keyifli bir gezinti oluyor. Ufak bir ihtiyaç molasından sonra Seegrote yer altı gölünün bulunduğu Hinterbrühl kasabasından hareket ediyoruz.

Hedfimiz Mayarling faciasına konu olan, bu gün Carmelita rahibelerinin yaşadığı manastır konumunda olan Mayerling av köşkü.

Mayerling av köşkü

Mayerling av köşkü'nü ziyaret ediyoruz. Rehberimiz burası ile ilgili bilgi veriyor. Burası Frances Josep’in av köşküymüş. Frances Josep’in Rodolp adında bir oğlu varmış. Onu Belçika prensesiyle evlendirmiş. Rodop ise Macaristan prensesi Maria’yı seviyormuş. Zaman zaman buraya gelip yasak aşk yaşarlarmış. Bir gün ikisi de bu köşkte ölü bulunmuşlar. Kimin öldürdüğü belli değilmiş. Bazılarına göre intihar etmişler, bazılarına göre ise bunu tasvip etmeyen  Faraces Josep tarafından öldürtülmüşler. Buna  Hasburg hanedanlığında “Mayerling faciası” denirmiş. Bu olayı anlatan                “ Mayeling Faciası”  adında bir film de çekilmiş. Bu olaydan sonra Frances Josep burayı manastır yaptırıp Carmelita isimli İspanyol rahibelere hediye etmiş. Burada sürekli 12 rahibe bulunurmuş. Şimdi de  12 rahibe bulunuyormuş. Köşk, yeşillikler içerisinde çok güzel bir mekan. İçine girme imkanımız olmadığından dışından fotoğraflar çekip buradan ayrılıyoruz.

Mayerling av köşkü’nün civarı
Mayerling av köşkü’nün civarı

Hedefimiz küçük ve şirin bir kaplıca şehri olan Baden. “Bad” almanca bir kelime olup Türkçesi banyo imiş. “Baden” ise banyo yapmak anlamına gelirmiş.

Baden yolu

Baden, Avusturya'nın Aşağı Avusturya Eyaleti'nde, Viyana Ormanları'nın doğusunda , kaplıcalarıyla ünlü, yaklaşık 25.000 nüfuslu bir kasaba.Rehberimiz 14 adet kaplıcasının olduğunu, soyluların yaşadığı bir kasaba olduğunu söylüyor. Giderken yol boyunca  ormanların güzelliği insanı hayran bırakıyor. Badene geldiğimizde otobüsümüz şehir merkezinde bizi indiriyor. Şehir turumuza başlıyoruz. Rehberimiz bizi Beethoven’in  9. Senfonisini bestelediği eve götürüyor.

Beethoven’in  9. Senfonisini bestelediği ev

Oradan Veba Anıtı'nı önüne geliyoruz. Yine onunla ilgili bilgi veriyor.

Veba Anıtı

Sonra serbest zaman veriyor. Eşimle ben serbest zaman içerisinde şehrin üst kısmında bulunan bir parka gidiyoruz. Öğle vakti olmuş. Parkta çimlerin üzerinde  öğle namazını kılıyoruz. Aslında bugün Cuma. Cuma namazını kılamadığımız için öğle namazını kılıyoruz. Parktan biraz daha yukarıya ormana doğru çıkıp şehrin manzarasını seyrediyoruz.

Baden manzaraları
Baden manzaraları
Baden manzaraları
Baden Kaplıcaları

Sonra sözleştiğimiz yere geliyoruz. Orada otobüsü beklerken 20 yıldan beri burada oturan bir Türkle  karşılaşıyoruz. Bizim Türk olduğumuzu anlayınca kadın kendisinin de Türk olduğunu söylüyor. Bursa doğumluymuş. 17 yaşında buraya gelip yerleşmiş. Eşi iki sene önce vefat etmiş. Şimdi çocuklarıyla yaşıyormuş. Ağustosta Bursa Kültür parkta kızının düğünü olacakmış. Bizi de düğüne davet ediyor. Düğünden sonra tekrar Baden’e döneceklermiş. Kızı Baden’de dir sağlık kuruluşunda hemşireymiş. Sorduğumuz soru üzerine Baden’de birçok Türk olduğunu, yeni bir cami yapıldığını, Türklerin değişik işlerde çalıştığını, burada genelde zenginlerin yaşadığını, Baden’in çok sakin bir şehir olduğunu, Akşam saat 21.00 gibi mağazaların  kapandığını ve herkesin evine çekildiğini söylüyor. Viyana’da da aynı şeye şahit olmuştuk. Alışveriş merkezleri erkenden kapanmıştı. Dönüşte içeriz dediğimiz melange kahvesini içmek için saat 21.00 gibi gittiğimizde Demel Pastanesi  kapanmıştı.

14.45 gibi ormanlar içinde bir şehir olan bu güzel kasaba Baden’den ayrılıyoruz. Hedefimiz Kraliçe Elizabeth Sisi’nin Yazlık sarayı olan Schönbrunn Sarayı.

Schönbrunn Sarayı giriş kapısı
Schönbrunn Elizabeth Sisi’nin Yazlık sarayı
 Elizabeth Sisi’nin Yazlık Schönbrunn Sarayı

Schönbrunn sarayı , Avusturya'nın başkenti Viyana'da, şehrin biraz kıyısında Habsburg Hanedanı'nın yazlık sarayı. Ülkede en önemli kültürel anıtların bulunduğu barok mimari tarzında yapılmış bir saray. Rehberimiz sarayla ilgili bilgi veriyor. Saray İmparator Leopold tarafından 1695-1730 yılları arasında tamamlanmış. 1. ve 2. Dünya savaşlarında zarar görmüş. En son 1952 yılında yenileme işlemleri sona ermiş. Sarayın 1441 odası varmış. Bu odaların sadece 41 tanesi  ziyarete açıkmış. Önceleri burası hükümet binası olarak düşünülmüş ancak Franz Joseph’in eşi Elizabeth Sisi burayı yazlık saray olarak kullanmak istemiş ve öyle kullanılmış. Biz zamanımız kısıtlı olduğu için sarayın içerisine giremiyoruz. Elizabeth Sisi’nin, Franz Joseph’in , Ferdinand’ın saraydaki odaları çok popülermiş. Sarayı görüp bahçesinde dolaşıyoruz. Harika  ve oldukça büyük bir bahçesi var. Özellikle arka bahçesi çok güzel. Güzel bir bahçe düzenlemesi yapılmış. Bahçe çiçekler ve heykellerle donatılmış. Bahçenin üst kısmında içinde fıskiyesi olan güzel de bir havuzu var.

 Elizabeth Sisi’nin Yazlık Schönbrunn Sarayı

Sarayın 2 km. uzağında tepede bir yapı var. Elizabeth Sisi oraya çayını, kahvesini içmek için at arabasıyla çıkarmış. Sarayın kendisine özgü ahırı ve Şapeli de varmış. Biz de eşimle birlikte oraya çıkmaya karar veriyoruz. Sisi’nin arabasıyla çıktığı ağaçların arasındaki yoldan yürüyerek çıkıyoruz. Yol oldukça dik. Zorlansak da sonunda çıkıyoruz. Harika bir yapı ve harika bir manzara. Oradan saray ve Viyana bir başka görünüyor.

Elizabeth Sisi’nin kahve içtiği yer
Elizabeth Sisi’nin kahve içtiği yerden Saray ve Viyana’nın görünüşü

Önünde, içinde nilüfer çiçeklerinin de bulunduğu büyük bir havuz var. Biraz manzarayı seyredip, biraz da fotoğraf çektikten sonra  vakit yaklaştığı için hızlı adımlarla aşağıya doğru iniyoruz. Çünkü saat 16.30’da giriş kapısının önünde toplanacağız. İnerken hayvanat bahçesini gösteren levhayı da görüyoruz. Ama zamanımız olmadığı için oraya gidemiyoruz. Sarayın içini ve bahçesini gezmek için herhalde bir gün ayırmak gerekiyor. İnerken de bir iki kare fotoğraf alıp 16.30’da sarayın kapısında buluşuyoruz. Toplu bir fotoğrafın ardından otobüsümüze binip, otelin yolunu tutuyoruz. Ertesi gün bizi uzun bir yolculuk beklediğinden biraz dinlenmek istiyoruz.

21.07 2018 cumartesi gezimizin 9. günü sabah 7 gibi Viyana'ya veda ediyoruz bugünkü güzergahımız Sırbistan'daki Novi Sad. oradan da Belgrad.