19 Nisan 2018 Perşembe

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: BOSNA-HERSEK - Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

BOSNA-HERSEK




TRABİNJE

07.08.2017, Saat 16.00 gibi Trabinje’deki otelimize varıyoruz. Eşyalarımızı yerleştiriyoruz. Hotel Leotar (4 yıldız). Hem bir cami bulup ikindi namazını kılmak, hem de şehri dolaşmak için eşimle çıkıyoruz. Akşam yemeği otelde saat 19.00 da yenilecek ve Saat 20.00’de Dubrovnik’e gitmek üzere otobüsümüz hareket edecek. Trabinje (Trebinye), Bosna-Hersek'ın Sırp Cumhuriyeti'nde bulunan yaklaşık 12.000 nüfuslu bir şehri. Ülkenin güneydoğusunda yer almaktadır. Trebişniça Nehri şehrin içinden akmaktadır.  Şehir nehrin iki kıyısına kurulmuş. Şehrin iki yakası köprülerle bir birine bağlanmış. Otelimiz ile nehrin arasında bir yol var. Nehrin öbür tarafında iki minare görünüyor. Nehrin karşısına , şehir merkezine köprüden geçiyoruz. Orada bir parkta biraz oturuyoruz. Sonra şehri şöyle bir turluyoruz. Namaz kılmak için minarelerini gördüğümüz camiye geliyoruz. Ancak cami kapalı. Sırplar camiyi müzeye çevirmiş. Biraz ilerideki camiye gidiyoruz. Orada namaz kılınıyormuş ama orası da kapalı. Çaresiz otelimize dönüp namazımızı odamızda kılıyoruz. Sonra yemeğe geçiyoruz. Menü: Alabalık, haşlanmış patates, salata ve meyve. Yemekten sora saat 20.00 gibi Dubrovnik’e gitmek üzere otelden ayrılıyoruz.


Trabinje

Dubrovnik-Trebinje arası 31 km. yarım saatlik yol. Tabii sınırdan çabuk geçebilirsek. Bosna-Hersek sınırını sorunsuz geçiyoruz. Ama Hırvat sınırında uzun süre bekliyoruz. Akşam namazını ara bölgede yol kenarında bulduğumuz yerde kılıyoruz. Gece Saat 22.00 gibi Dubrovnik’e varıyoruz. Dubrovnik gezimizi tamamlayıp yine aynı gece Trabinje’ye geri dönüyoruz.

08/08/2017- Salı, bugün gezimizin 4. Günü. Saat 8.30 da Trebinje’den ayrılıyoruz. Hedefimiz Poçitel. Yaklaşık 2 saatlik yolumuz var. Sırp bölgesinde olduğumuzu tabelâlardan anlıyoruz.Sırp bölgesinde tabelâlarda yerleşim yerlerinin adları önce Kiril alfabesiyle, sonra da Latin alfabesiyle yazılı. Boşnaklara ait bölgelerde ise önce Latin, sonra Kiril alfabesiyle yazılı. Evler ise çatılarından anlaşılırmış. Sırpların evleri genelde iki akıntılı, Boşnakların evleri ise dört akıntılı olurmuş. Zaten Müslüman köylerinde cami ve minareleri, Sırp köylerinde ise kiliseleri ve çan kulelerini görüyoruz. Yolda bir Sırp köyü yakınlarında mola veriyoruz. Kimimiz oradaki tesiste, kimimiz de tesiste oturacak yer olmadığı için otobüste çayımızı, kahvemizi içiyoruz. 2 saatlik yolculuk sonunda Poçitel köyüne varıyoruz. Uzaktan Dağın tepesindeki Poçitel Kalesi ve gözetleme kuleleri harika görünüyor.


POÇİTEL  
Poçitel Köyü
Dağdan Poçitel Köyü manzarası
Poçitel Kalesinden Köy manzarası

Poçitel, Bosna- Hersek’in güneyinde, dağın eteğinde tarihi bir köy. Alt tarafından gürül gürül Neretva nehiri akıyor. Burası 1444 yılında Osmanlı devletinin eline geçmiş. Köyün girişindeki meydanda köylü kadınlar, meyve, meyve suyu ve hediyelik eşyalar satıyorlar. Dar taş sokaktan yukarıya doğru çıkıyoruz. Yolun sağında solunda yine hediyelik eşyalar satılıyor. Çıkarken yolun sol tarafında tarihi medrese ve hamamı görüyoruz. Yukarıda sağ tarafta Şişman İbrahim Paşa Camiine geliyoruz. Caminin bahçesine girişte bir bekçisi var. Giriş ücretli ama bizden fotoğraf çekmemek kaydıyla ücret almıyor. Bu benim buraya ikinci gelişim. Daha önce caminin fotoğraflarını çekmiştim. Caminin avlusunda hediyelik eşya satanlar var. Buradan üzerinde Poçitel kabartma resmi bulunan hediyelik eşya alıyoruz. Oradan aşağıya inip Ademin yerinde çay içiyoruz. Adem, Bosna savaşında kolunun birini kaybetmiş bir gazi ve de Türk. Kale yüksek olduğu için sıcakta çıkmaya cesaret edemiyoruz. Biz çıkmıyoruz, ancak gruptan bazı arkadaşlar çıkıyor.

Poçitel  gerçekten medresesi, hamamı, kervansarayı, taş evleri, daracık taş sokakları ve tepedeki kalesiyle çok güzel tarihi bir Osmanlı köyü. Blagay’a gitmek üzere Poçitel köyünden ayrılıyoruz.


BLAGAY




Blagaj (Blagay); Bosna-Hersek’in Hersek bölgesinde, Mostar kentine yakın küçük bir kasaba. Burasını ünlü kılan Blagaj Alperenler Tekkesi. Blagay, Neretva nehrinin önemli kollarından birsi olan “Buna Nenri” nin doğduğu yerde kurulmuş. Küçük ama harika manzaraya sahip bir yerleşim yeri. Nehrin doğduğu mağaranın hemen kenarında BlagaJ (Blagay) Alperenler Tekkesi var. Bu tekke 1465’te, burası Osmanlı Devletinin eline geçtikten sonra kurulmuş Sarı Saltuk tekkesi. Buraya da ikinci gelişim. Yerleşim yerinden geçip doğru Alperenler Tekesine  gidiyoruz.

Blagay Alperenler Tekkesi




Buna Nehri’nin doğduğu yer
Buna Nehri ve Alperenler Tekkesi

Abdestlerimizi alıp  tekkeye giriyoruz. Tekkenin bölümlerini geziyoruz. Dervişanın zikir yaptığı yer, namaz kılınan yer, içinde ocaklık bulunan muhtemelen mutfak olarak kullandıkları  yer, içinde hamamtaşı bulunan banyo, gördüklerimiz arasında. Tekkede Sarı Saltuk ve Aşık Paşa’nın da türbeleri var. Duvarda asılı bir levhada şu bilgi yer alıyor: “Sarı Saltuk Türkistanın Horasan bölgesinden bir hicret emri üzerine 700 arkadaşıyla yola çıkan (Muhammed Buhari) Sarı Saltuk Alperen denilen yiğit dervişlerden biri. Anadolu ve Rumeli fethinde arkadaşlarıyla beraber büyük rol oynamış, ulaştıkları coğrafyadaki insanların gönüllerine girerek İslâmiyet’in hoşgörüsünü, güzelliğini arzetmiştir. 93 yıllık hayatı boyunca kendisini İslâmiyet’in hizmetine vermiş, insanlara doğruluğu, iyilik yapmayı, kalp kırmamayı anlatmaya çalışmıştır. Aşık Paşa ile beraber bu türbede yatmaktadır.”

Balkan coğrafyasının Müslümanlaşmasında tekkelerin büyük rol oynadığını biliyoruz. Bu gün de bu coğrafyada birçok yerde tekkelerin hala aktif bir şekilde hizmet verdiğine tanık oluyoruz. Cumhuriyet döneminde tekkeler ve zaviyeler kapatıldıktan sonra birçok tekke merkezlerini balkanlara taşımış.
Tekkede namaz kılarken

Vakit gelince görevli öğle ezanını okuyor. Cemaatle namazlarımızı kılıp tekkeden çıkıyoruz. Buna Nehri’nin karşı tarafına geçip köfte  siparişlerini veriyoruz. Yaklaşık 15 dakika sonra ızgara köftelerimiz, ayran ve bizdeki bazlamaya benzeyen pidelerimiz geliyor. Alelacele yiyip, otobüsümüze yöneliyoruz. Otobüsümüzün yanına vardığımızda Çanakkale’den gelen bir başka kafileyle karşılaşıyoruz. Herkes tamam olunca otobüsümüze binip Mostar’a gitmek üzere hareket ediyoruz..


Boşnak Köftesi
Buna nehrinin çıktığı mağara

MOSTAR




M
ostar; 1468 yılında Osmanlının hakimiyetine girmiş. Boşnakçada “MOST” köprü demekmiş. ”Mostar” ise köprü tutan anlamına geliyormuş. Bugünkü Mostar Köprüsü Mostar halkının isteği üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’ın talebesi Bosnalı Mimar Hayrettin‘e yaptırılmış. Köprü 1557-1566 yılları arasında yapılmış. Yıkılmadan önce üzerindeki kitabede bitiş tarihi olarak 1566 yazılmaktaymış. Kemerin yüksekliği 12.06 metreymiş. Köprü Bosna-Hersek bağımsızlık savaşı sırasında 9 Kasım 1993’te Bosna’daki Hırvat milisler tarafından açılan top ateşi sonunda yıkılmış.Taşları Neretva nehrine gömülmüş.Köprü ÜNESCO tarafından tekrar yaptırılmış. Finansmanını UNESCO ve DÜNYABANKASI karşılamış. Konsorsiyumda Türk şirketler de yer almış. Nehre düşen taşlar çıkarılmış ve yapımında tekrar kullanılmış. Köprü kemerinin yapımına 17.04.2002 senesinde başlanmış. 31.12.2003 senesinde bitirilmiş. 23.07.2004 tarihinde de köprünün açılışı yapılmış.20 milyon dolara mal olan köprü için Türkiye de 1 milyon dolar bağışta bulunmuş. Köprü orijinaline sadık kalınarak yapılmış. Köprünün Kemeri bir Türk şirketi tarafından yapılmış.

Mostar Köprüsü
prüsüyle tanıdığımız bu şehrin ortasından Neretva Nehri geçiyor. Burada Hırvatlar ve Boşnak Müslümanlar birlikte yaşıyor. Aralarını bir cadde ayırıyor. Hırvat tarafında dağın tepesinde büyük bir haç görüyoruz. Katolik Hırvatlar dikmişler.
Haç’ın Mostar’dan görünüşü

Otobüsümüzü Mostar köprüsünün yakınlarında uygun bir yere durdurup köprüye doğru yürüyoruz. Köprünün taşları çok kaygan. Eğer dikkat etmezseniz düşebilirsiniz. Köprü merdiven gibi basamaklı yapılmış ama basamakların yüksekliği çok değil. Önceden köprüden araba geçirmek istediklerinde basamakların arasına tahta koyarak boşluğu kapatırlarmış. Köprünün ortasına geldiğimizde nehre bakıyoruz. Nehrin suyu çok azalmış. Önceki gelişimizde suyu daha çoktu. Köprünün tam orta noktasında nehre atlamak üzere bekleyen gençler vardı. 30 euro karşılığında nehre atlayış yapıyorlardı. Atladığı yerin yüksekliği yaklaşık 20 m. Atladığı suyun derinliği ise 5,5 metre. Bu defa atlayan birisine rastlamadık.

Köprüden geçip      Karagöz Bey Camisine gidiyoruz. Camiyi gezip köprüye doğru geri dönüyoruz. Bazı arkadaşlar Mostar’ı yüksekten görmek için caminin minaresine çıkıyorlar. Biz de birkaç arkadaşla köprünün yakınında bir kafeye oturup Bosna kahvesi içmeyi tercih ediyoruz. Hareket saatimiz yaklaştığında kalkıp yine Mostar köprüsünden geçip, geldiğimiz yerden otobüsümüze gidiyoruz.Hedefimiz Saraybosna ama önce yolumuzun üzerindeki Konjic’e uğrayacağız.

Neratva  Nehri kıyısında Mostar köprüsüne karşı kahve içerken
Konjic yolu Neretva nehrinin kıyısından gidiyor. Burası dünyanın en uzun tabii kanyonlarından ikincisi. Dağların arası yarılmış ve oradan nehir  geçirilmiş gibi. Nehrin suları yemyeşil. Sanki dağların yeşilliği nehre yansımış. Giderken uygun bir yerde durup, bakı terasından nehrin akışını seyrediyoruz.

Neratva nehri
Konjic’e giderken zaman zaman tünellerden geçiyoruz.Bu tüneller Tito zamanında yapılmış. Neretva nehri boyunca dünyanın en güzel kanyonlarından birisinden geçip,  Konjic’e varıyoruz.


KONJİK






Konjik;Türkçe'de 'Atlılar' anlamına gelen , Bosna Hersek'in Başkenti Saraybosna yakınlarındaki 50 bin nüfuslu bir  şehir. Neretva Nehri ‘nin iki tarafına kurulmuş dağların arasında şirin bir yerleşim yeri. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında Osmanlı topraklarına katılan Konjiç şehrinde , şehrin iki yakasını birleştirmek için, Sultan IV. Mehmet tarafından 1682 yılında   bir köprü inşa ettirilmiş. Mostar Köprüsü gibi Neretva Nehri üzerindeki bir 'gerdanlık' görünümündeki 6 gözlü, 82 metre uzunluğunda inşa ettirilen Konjiç Köprüsü, İkinci Dünya Savaşı'nda büyük oranda tahrip edilmiş.

Konyik Köprüsü
Konjiç Köprüsü'nün ayağa kaldırılması ve eski ihtişamlı görünümüne kavuşturulması amacıyla 2006 yılında TİKA tarafından çalışma başlatılmış. Yaklaşık 2 milyon Euro'ya ihale edilen tarihi köprünün restorasyonu 2009 yılında tamamlanarak hizmete açılmış. Köprünün iki tarafındaki tarihi binaların ihtişamı ve bakımlılığı gözümüzden kaçmıyor.Köprünün fotoğraflarını çekiyoruz. Üzerinde kitabenin önünde fotoğraf çektiriyoruz. Köprünün karşı tarafında iki cami minaresi görüyoruz. Minarelerden birisi sağlam, diğer caminin minaresi ise yıkılmış. Minareler savaş esnasında ikisi de top atışıyla yıkılmış. Daha sonra bir tanesi Türkiye tarafından yaptırılmış ,diğeri ise ibret olsun diye yıkık bırakılmış.Yürüyerek tarihi köprüden şehrin karşı tarafına geçiyoruz. Köprünün karşısındaki camide namazlarımızı kılıp, yıkık minareli camiyi görmeye gidiyoruz. Minarenin şerefesinden üst tarafı hala yıkık. Oradan geldiğimiz yoldan tekrar otobüsümüze dönüyoruz. Konjic’te ağaç oymacılığının meşhur olduğunu biliyorum. 2012 yılında geldiğimizde buradan ağaç oyma hediyelik eşyalar almıştım. Bu defa dükkanların kapalı olduğunu gördük. Sanırım geç kalmıştık. Çünkü akşam yaklaşmıştı. Otobüsümüze binip yola koyuluyoruz. Hedefimiz Sarayevo (Saray Bosna)…

Konjik’te yıkık minareli cami

SARAYBOSNA


Batılıların ve Bosnalıların “Sarajevo” dedikleri Saraybosna Osmanlılar döneminde kurulmuş bir şehir. Osmanlılar buraya “Saray”, “Saray ovası”, “Bosna sarayı” da demişler. Ünlü seyyah Evliya Çelebi’ye göre şehre muhteşem bir saray inşa edilmiş, onun için şehre “Saray” adı verilmiş.İgman dağlarından doğup şehrin içinden geçen Bosna nehrinden dolayı da şehrin ismiyle nehrin ismi birleştirilerek “Saraybosna” denilmiş.
Saraybosna’nın ilk kurucusu olarak Bosna Sancak Beyi İsa Bey, ikinci kurucusu olarak da değişik aralıklarla toplamda 17 yıl sancak beyliği yapan Gazi Hüsrev Bey gösterilir.
Saraybosnayı şehir yapısı itibariyle Osmanlı Bursa’sından, Edirne’sinden, İstanbul’undan ayırmak mümkün değil.
19. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Osmanlıların elinde kalan Saraybosna, 1878 Berlin kongresinde Bosna-hersek, Avusturya-Macaristan’nın himayesine verilince Osmanlının elinden çıkmış.
Osmanlılar döneminde Müslüman nüfus çoğunlukta iken daha sonra bu tersine dönmüş,Hıristiyan nüfus artmış.
İkinci dünya savaşının ardından kurulan Yugoslavya döneminde, Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Bosna – Hersek Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti olmuş.
01 Mart 1992 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumunun ardından Saraybosna Sırp güçleri tarafından muhasara altına alınmış. Sırp güçleri şehri yoğun bir roket saldırısına maruz bırakmışlar. Saraybosnanın dış dünya ile bağlantısını kesmişler.Sırp milisler ve keskin nişancılar Müslüman Boşnak avına çıkmışlar. Yaklaşık üç buçuk yıl süren bu muhasara esnasında resmi rakamlara göre Saraybosnada 11.000 kişi öldürülmüş, 50.000 kişi yaralanmış, 35.000 bina da tahrip edilmiş. Aradan yirmi iki yıl geçmesine rağmen bu gün hala savaşın izlerini Saraybosna caddelerinde ve binalarında görmek mümkün.
O gün bütün dünya bu vahşeti sadece izlemişti. Çünkü (bugün olduğu gibi) akan Müslüman kanıydı, tecavüze uğrayan Müslüman kadınıydı,annesinin karnında öldürülen müslümançocuğuydu. O güzelim Saraybosna’ya dünyada cehennemi yaşattılar. Yakıp yıkmadık Osmanlı eseri bırakmadılar. Bu vahşeti İslâm alemi olarak dünya ile birlikte biz de sadece izledik. Çaresizce izledik. O günleri unutamıyorum. Aliya ve Bosna şehitleri! Allah makamınızı cennet eylesin.
Yaklaşık 620.000 nufuslu Saraybosna Bosna-Hersek Federasyonu'nun da başkenti.
Saraybosna’ya yaklaştığımızda  rehberimize Bosna Nehrinin doğduğu İgman dağlarının eteğindeki Mili parka “VRELO BOSNA” gitmeyi teklif ediyorum. Bosna’ya adını veren Bosna nehrinin doğduğu yere “VRELO BOSNA” deniyor. Nehir İgman dağının eteğinden kaynaktan çıkıyor.  Rehberimiz teklife olumlu bakıyor ancak akşam olduğu için gidemiyoruz. Doğru kalacağımız otele gitmeye karar veriyoruz. Akşam ezanı sıralarında otele varıyoruz. Burası benim daha önceki gelişimde de kaldığım “ HOLLYYWOOD HOTEL”. Buna sevindim. Dört Yıldızlı Büyük bir otel. Banyolarında klozetlerde taharet musluğu yok ama klozetlerin yanına ayrıca taharet musluğu konulmuş. Saraybosna’daki otellerin birçoğunda taharet musluğu olmadığını duymuştum. Zaten Balkan gezisi sırasında karşılaştığımız bizim için en büyük problem bu. Klozetlerde su bulunmaması.

O
dalarımıza eşyalarımızı yerleştirip sonra yemeğe iniyoruz. Buranın yemeklerinin güzelliğini de biliyorum. Domuz eti kullanmıyorlar. Onun için gönül rahatlığıyla et ürünlerini yiyebiliyoruz.Yemekler de bizim damak zevkimize uygun.

Yemekten sonra otelin mescidine gidip akşam namazımızı kılıyoruz. Erkek ve bayanlar için ayrı mescitler ve abdest alma yerleri var. Otelde Arap turistlerin çokluğu da dikkatimizi çekiyor.

Namazdan sonra otobüsümüze binip şehir merkezine gidiyoruz. Hedefimiz Başçarşı. Önce Saraybosna’nın sembolü haline gelmiş Sebilin yanında toplanıyoruz. Dönüşte yine orada toplanıp birlikte otobüsümüze gitmek üzere ayrılıyoruz.

Saraybosnada’ki  Baş çarşı ve sebil

Baş Çarşı mimarisiyle tam bir Osmanlı çarşısı görünümünde. Çarşıda birçok dükkan var. Hediyelik eşya satıyorlar. Bir başka sokakta el yapımı bakır eşyaların satıldığı atölyeler var. sonra hemen yakındaki Gazi Hüsrev Bey Camiine doğru yürüyoruz.Önce yolumuzun üzerindeki Moriçahan’a giriyoruz. Moriçahan iki katlı , alt katında bahçesinde  kafeler var. Daha önce gelişimizde orada  bir boşnak kahvesi  içmiştim. Hala tadı damağımda. Kahve küçük bir bakır tepsinin içerisinde cezvede geliyor. Tepside ayrıca lokumlukta bir lokum ve bir de kahve  fincanı var. Kahve fincanı kulpsuz. Fincanın alt kısmı küçük bakır bir kabın içerisine oturtulmuş. Bakır kap fincanın alt kısmına göre yapılmış, fincanın yarısı dışarıda. Hoş bir görüntü veriyor. Kahve içerken bakır kısımdan tutuluyor. Bu defa kahve içecek zamanımız yok. Hanın alt kısmındaki diğer odalarda turistlere yönelik giysi ve halı satılıyor. Hanın üst katında ise Aliya izzet BEGOVİÇ’in de üyesi olduğu Genç Müslümanlar Teşkilatının merkezi var. Daha önceki gelişimizde buraya çıkmış ve Aliya’nın dava arkadaşı 84 yaşındaki İsmet KASIMOVİÇ ve Eşi  Aziyade KASIMOVİÇ ile sohbet etmiştik. İsmet KASIMOVİÇ ve eşi Aziyade KASIMOVİÇ’i dinlerken göz yaşlarımızı tutamamıştık. Moriça handa yine o günleri hatırladım. İslam adına mücadele ederken, işkence gören, acı çeken, maduriyet  yaşayan, şehid olan Bosnalı kardeşlerimizi bir kez daha minnet ve rahmetle anıyorum. Hayatta olanlara da hayırlı ömürler diliyorum. Bu durumun ne büyük bir imtihan olduğunu düşünüyorum. Allahtan, başa çıkamayacağımız şeylerle bizleri imtihan etmemesini diliyorum.

İsmet KASIMOVİÇ ve eşi Aziyade KASIMOVİÇ
Moriça Han Girişi
Moriça Handa Genç Müslümanlar Derneği Merkezi
Handan çıkıp Gazi Hüsrev Bey Camiine gidiyoruz. Burası Bir külliye. Caminin yanında  medrese var . Caminin batısında Saat kulesi bütün ihtişamıyla duruyor. İnsan Kendisini Türkiye’de Bursa, Edirne, İstanbul gibi tarihi bir şehirde sanıyor. Orada yatsı namazımızı kılıp  saat kulesinin yanından Kulin caddesine çıkıyoruz. O caddeye Bosnalı olduğunu bildiğimiz yazar Ayşe KULİN’ in dedelerinin isminin verildiğini de rehberimizden öğreniyoruz. Sönmeyen ateşe kadar gidiyoruz. O ateş, 6 Nisan 1945 yılında yakılan özgürlük ateşiymiş. O günden beri halen yanmaya devam ediyormuş. Hitler'in Yugoslavya işgalinin sona erdirdiği gün bu ateş yakılmış, Aliya İzzet Begoviç de yanmasına müsaade etmiş.  Oradan tekrar geri dönüp sebilin yanında toplanıyoruz. Topluca otobüsümüze gelip oradan otelimize dönüyoruz.
Gazi Hüsrev Bey Camii
Sönmeyen ateş

09/08/2017 Bugün gezimizin beşinci günü. Günlerden Çarşamba. Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp otelden ayrılıyoruz. İlk hedefimiz Tüneli ziyaret etmek. Tünel, 1992 yılında başlayan ve 1995'te Dayton Antlaşması'yla silahların sustuğu tarihe kadar üç yıldan fazla süren, 200.000 kadar Müslüman Boşnak halkının dünyanın gözleri önünde sistematik bir soykırıma tabi tutulduğu, Sistematik olarak 44 bin Müslüman Boşnak kadınının ve kızının Sırp güçleri tarafından tecavüze uğradığı , 2 milyon kadar insanın da yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldığı bu savaş sırasında kazılmış. Uzunluğu 800 m. , Eni 1 m., Yüksekliği ise 1.6 m. Tünelin her iki ucu da eve çıkıyor.Biz bunlardan Sida KOLAR’ın evinin bulunduğu yere gidiyoruz.  Tünel, Aliya İzzet BEGOVİÇ’in emriyle mühendis olan oğlunun nezaretinde yaklaşık 4 ayda kazılmış. Tünelden çıkan topraklar gece araziye yayılmış. Bu tünel savaşta çok yararlı olmuş. Müslüman Boşnaklar hastalarını bu tünelden geçirerek tahliye etmişler . Askerleri bu tünelden geçirmişler. Hatta Başkomutan Aliye İzzet Begoviç te bu tünelden özel sandalyesiyle geçirilmiş. Şehrin öbür yakasına erzak bu tünelden geçirilmiş. Dağlardan  şehri ateşe tutan Sırplardan  kurtulup güvenli bir şekilde yaralıları , çocukları yaşlıları  başka yerlere nakletmek için bu tünel kullanılmış. Tünel geceleri kullanılırmış.  İki yıl sonra Sırplar bunu öğrenince tünelin bulunduğu eve füze atmışlar. O anda orada bulunan 9 kişi hayatını kaybetmiş. Tünelin girişinin bulunduğu evin sahibi Sida KOLAR’a  3 saatte kanları zor temizlemiş. Füze betona saplanmış vaziyette hala orada. Binanın her tarafı delik deşik olmuş. Hala mermi izleri görülüyor. Tünel çevresinde ölenlerin isimleri orada bir panoda asılı. Tünele ray döşenmiş, rayların üzerinde küçük vagoncuklarla eşya taşınıyor, Tekerlekli sedye ile yaralılar taşınıyormuş. Tünelin ucunun bulunduğu evin sahibi Tünelden geçenlere su ikram ediyor, yaralılara yardım ediyormuş.  Şimdi tünelin işletmesini devlet devralmış ve onlara Hollywood hotelin yakınında 3 katlı bir bina vermiş. Önceki gelişimizde evin sahibi Sida KOLAR  teyzeyi evinde ziyaret etmiş ve birlikte fotoğraf çektirmiştik.  Tünel şu anda müzeye çevrilmiş. Sedye, vagonlar, Aliya’nın  oturduğu sandalye, Aliya’nın savaş elbiseleri sergileniyor. Tünele giriş ücretli . Tünelin bitişiğinde bir barakaya alınıyoruz. Orada tünel ile ilgili sinevizyon gösterisini izliyoruz. Saat 9.00 gibi Zenica’ya gitmek üzere tünelden ayrılıyoruz.
Tünele saplanmış füze
Tünel


ZENİKA
Zenika, 100.000 nüfuslu bir şehir. Burada 16. y.yılda 3. Ahmet tarafından yaptırılmış Çarşı camiini geziyoruz. Caminin karşısında yeni restore edilmiş bir külliye var. Orada eski eserlerin bulunduğu bir kütüphaneye giriyoruz. Külliyeyi dolaştıktan sonra otobüsümüze binip panoramik bir Zenica turu yapıp, Vezirler şehri Travnik’e doğru hareket ediyoruz.

Zenika Çarşı Camii

Zenika Külliyesi

AHMİÇİ KÖYÜ
Travnik’e giderken bir köye uğruyoruz. AHMİÇİ Köyü. Köyün girişinde şehitlerin resimlerinin bulunduğu bir tabela var. Bu köyde Müslümanlarla Hırvatlar birlikte yaşarlarmış. Savaş esnasında Hırvat çeteleri gelmiş, köydeki Hırvatlardan da yardım alarak katliam yapmışlar. İmama ezan okutup bütün Müslümanları camide toplamışlar. Gelenleri öldürüp sonra da içindekilerle birlikte camiyi ateşe vermişler. Bu katliamla ilgili olarak Şehitleri Anma Odası’nda: “Hırvat ordusunun Bosna-Hersek’te gerçekleştirdiği en büyük katliam,16 Nisan 1993 tarihinde Ahmiçi köyünde meydana gelmiştir.Hırvat Savunma Konseyi (HVO)’ne bağlı birlikler Ahmiçi köyünde, 3 aylıktan 82 yaşına kadar bebek,erkek, kadın toplam 116 boşnak sivili katlederek savaş suçunu işlemişlerdir. “48 saat kül ve duman” kod adlı operasyon ile bir okul, iki cami, 150 ev olmak üzere Ahmiçi’deki tüm yerleşim yerleri yakılıp yıkılmıştır. Tekrarlanmaması ve unutulmaması dileğiyle Elfatiha. Bu anma Odası B.H. Türk temsil Heyet Başkanlığının desteği ile onarılmıştır.” İfadesi yer almaktadır. Cami bugün restore edilmiş. Ölenlerin anısına  caminin önünde bir anıt yaptırılıp, şehitlerin isimleri yazılmış. Orada adlarının Cemal ve Amine olduğunu söyleyen iki çocuk yanımıza geliyor. Dedeleri Cemal ve nineleri Rasime’nin de bu baskında şehit düştüklerini söylüyorlar. Onlara bazı hediyeler veriyoruz. Caminin bahçesinde anıtın yanına bir de Şehitleri Anma Odası yapılmış. Bu odada baskından sonra çekilmiş vahşet fotoğraflarını ibretle görüyoruz. Hırvatların yaptıkları vahşetin fotoğraflarını bile görmek tüyler ürpertici. Şehitler için Kuran okuyup oradan ayrılıyoruz.


Ahmiçi Köyü Şehitliği

TRAVNİK




Travnik, Yaklaşık 60- 70.000 nüfuslu. Vezirler şehri olarak anılıyor.Bu şehirde 19 Osmanlı vezirinin mezarı veya türbesinin bulunduğunu öğreniyoruz. Bir fotoğraf karesine 7 minarenin sığdığını da…  Osmanlı döneminde sancak merkezi olduğunu, Fatih Sultan Mehmet’in burada kaldığını, Şehrin ortasından gürül gürül akan Göksu deresinden içtiğini, tarihi bir kalesi olduğunu, halkının koyunculukla geçindiğini, isli pastırması ve peynirinin meşhur oluğunu da öğreniyoruz. Travnik’e giderken yol boyunca dağlar var. Her taraf yemyeşil. Yolun kenarında bir ırmak akıyor. Bunun Plava Voda ırmağı olduğunu öğreniyoruz. Bu ırmak Tıravnik’e kadar devam ediyor. Yolun kenarındaki yerleşim yerlerinde minareleri görüyoruz ve oraların Boşnakların yaşadığı yerler olduğunu anlıyoruz.Travnik göründüğünde önce Osmanlı eserleri camiler, minareler  ve kale görünüyor.Yemyeşil bir şehir.”Tıravnik” zaten otluk anlamına geliyormuş.



Kaleden Travnik’in görünüşü

Önce Elçi İbrahim Paşa Medresesine gidiyoruz. Medresenin giriş kapısında Arapça bir kitabe var. Medresenin içine girdiğimizde duvarında Arapça, Boşnakça, Türkçe ve İngilizce olarak medresenin tarihi serüveni anlatan bir yazı görüyoruz. Türkçe kısmında Şöyle yazıyor: “Travnik şehrinde bulunan Elçi İbrahim Paşa Medresesi Orta Bosna’nın eğitim-öğretim veren en eski müessesesidir.1705/6 yılında Bosna Veziri Eiçi İbrahim Paşa’nın (Barışçı) vakıfnamesi üzerine kurulmuştur. Medrese Lise düzeyinde yatılı olarak erkek ve kız bölümleri olan tek bir çatı altında eğitim ve öğretim vermektedir. Medrese kurulduğu günden bu yana çok çeşitli sosyal reform ve düzenlemelerden geçmiş ancak Devlet hukukuna, İslâm normlarına ve pedegojik standartlarına uygun olarak kendi toplumsal önemi ve misyonu devam etmektedir. Medrese yüz yılların mimarisinin gölgesinde yaşlıların dinlenebileceği, müminlerin namaz kılabileceği, gençlerin öğreneceği mekan olma hüviyetiyle devam edecektir. Saygıdeğer kardeş ve misafirler hoş geldiniz.”


Medrese bu gün hala aktif durumda. İmam hatip lisesi olarak kullanılıyor. Ortasındaki boş alana halı serip mescit yapmışlar. Alt katta lavabolar, abdest alma yerleri, ve derslikler var. Üst katta ise yatakhaneler var. Orada abdest alıp namazımızı kılıyoruz.

Medreseyi gezip oradan Göksu deresinin bulunduğu alana gidiyoruz. Gürül gürül akan Göksu deresinin kenarında oturup köfte yiyoruz. Sonra da derenin kenarında bir yürüyüş yapıyoruz. Derenin suyu berrak ve oldukça soğuk.


Elçi İbrahim Paşa Medresesi
Elçi İbrahim Paşa Medresesi içi

Göksu Deresi



Oradan kaleye çıkmak üzere yürüyoruz. Kalenin yolu çok dik, hava da oldukça sıcak. Biraz zorlansak da kaleye varıyoruz. Kaleye girmek ücrete tabi. Kişi başı 1 euro. Kaleden baktığımızda Travnik harika görünüyor. Bir fotoğraf karesine ben 3 minareyi sığdırdım. İç kale müzeye çevrilmiş. Birçok tarihi eşya burada sergileniyor.





Travnik Kalesi


Travnik Kalesi’ndeki bazı objeler

Kaleden
çıkıp aşağıya doğru iniyoruz. Orada tarihi bir cami var. Onu da ziyaret edip otobüsümüzün bulunduğu yere gidiyoruz. Göreceğimiz yerler arasında Alaca Camii de vardı. Ben daha önce gelişimde vezir türbeleri ile orayı görmüştüm. Onun için doğru otobüse gittim. Saraybosna’ya erkence varıp, gündüz gözüyle bir kere daha görmek istiyorduk. Onun için hemen yola koyuluyoruz.

Dönüş
yolunda Kemal Bey daha önce şeyhiyle tanıştığı yol üzerinde  bulunan Mesudiye Tekkesine uğrayalım diyor. Tekkeye uğruyoruz. Tekkenin şeyhi Kazım Haci Meziç’miş. Türkiyede Mimar Sinan Üniversitesinde eğit görmüş. Ogün Şeyh yokmuş ama oradaki görevli bizi  ikinci kattaki bir salona alıyor. Oldukça büyük bir salon. Altı halı döşeli. Salona oturuyoruz. Görevli tekke hakkında bize bilgi veriyor. Tekke 250 yıl önce kurulmuş Müstakil bir Bektaşi tekkesiymiş.İlk kurucusu Şeyh Hüseyin Baba imiş.Perşembe ve Pazar günleri toplanılıp zikir yapılırmış. Tekkede 28 kişinin kalabileceği misafirhane, abdest alma yerleri, çay ocağı ve bir de eczane var. Fakirlere poliklinik hizmetleri de veriliyormuş. Oturup orada bir çay içip yolumuza devam ediyoruz.
Tekkenin dıştan görünüşü
Tekke’nin içi

Saraybosna’da Aliya İzzet BEGOVİÇ’in kabrini ziyaret edip bir Kuran okuyoruz. Kabri başında hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Bu gün Aliya’nın doğum günüymüş. Biz oradayken bir başka grup daha geliyor. Aliya’nın mezarına çelenk koyup onlar da dua ediyorlar. Aliya’nın anıt mezarının da bulunduğu mezarlıkta Bosna savaşında şehit düşmüş daha birçok Saraybosna’lının da mezazları var.Onlara da bir Fatiha okuyup oradan ayrılıyoruz.

Aliya’nın Türbesi 

Dönüşte Latin köprüsünü görüyoruz. Serbest zamanda Bosna Boşnak böreği yiyoruz. Memlekete getirmek için Bosna’nın meşhur dibek kahvesinden alıyoruz. Gazi Hüsrev Bey Camisinin dış duvarında köşedeki iki kurnalı çeşmeden su içiyoruz. Rivayete göre bu sudan içen kimse tekrar Saray Bosna’ya gelirmiş. Biz de bu dilekle otelimize dönmek üzere çarşıdan ayrılıyoruz. Dönüşte Kulin caddesine parelel bir caddeden gidiyoruz. Yanan ateşin yanından sonra da Pazaryeri katliamının yapıldığı yerin yanından geçip devlet dairelerinin de buluduğu meydana çıkıyoruz. Panoramik bir şehir turu yapıp otelimize geliyoruz. 


Boşnak Böreği

10/08/ 2017 Perşembe. Bu gün gezimizin 6. Günü. Artık Sarayevo’ya da veda etmenin zamanı geldi. Sabah kahvaltımızı yapıp eşyalarımızı otobüse yüklüyoruz. Gorezde’ye doğru hareket ediyoruz.



GORAZDE

Gorazde, Bosnaya bağlı bir şehir. Nüfusu yaklaşık 40.000 civarında. Ortasından Drina nehri geçiyor. Nehrin üzerinde Osmanlı döneminden kalma tarihi bir taş köprü var. Etrafı dağlarla çevrili. Müslüman Boşnak nüfusun yoğun olduğu bir şehir. Bosna savaşında çok şehit verilmiş. Sırplar şehri çevreleyen dağlara Yugoslav ordusundan kalma tankları, topları ve ağır makinelileri yerleştirmişler. Şehri günlerce top atışına tutmuşlar. Köprünün altında halatlardan yapılmış asma bir köprü daha görüyoruz. Bunun yapılış nedenini öğrendiğimizde Sırp keskin nişancılarının vahşetini ve Müslümanların çaresizliğini bir kez daha hissediyoruz. Bosna savaşında dağlara konuşlanan Sırplar köprünün üzerinde gördükleri Müslüman Boşnakları avlıyorlarmış. Boşnaklar da onlara hedef olmamak için köprünün altına bu asma köprüyü yapmışlar ve nehri geçmek için onu kullanmışlar. Şehri gezerken Şehitlerin isimlerinin yazılı olduğu bir anıt görüyoruz. Zaten tıpkı Saraybosna gibi binalardaki mermi izleri hala duruyor. Oradan Kayseri camiine gidiyoruz. Kayserililer savaştan sonra Gorazde’ye mükemmel bir cami yapmışlar. Orada abdestlerimizi alıp, camide namaz kılıyoruz. Oradan da Sırpların savaş makinelerinin bulunduğu tepeye çıkıyoruz. Hala o tanklar, toplar, uçaksavarlar orada bulunuyor. Boşnaklar savaştan sonra orayı açık savaş müzesi haline getirmişler. Tepeye bir de anıt dikmişler. Anıtta Aliya İzzet Begoviç’in şu sözü yazılı. “Büyük Allah’a yemin ederiz ki asla onlara rehin düşmeyeceğiz.”


Gorazde
Gorazde Köprüsü

Gorazde’de Açık Savaş müzesinden görüntüler
Kayseri Camii’nin uzaktan görünüşü

Kayseri Camii’nin yakından görünüşü

VİŞEGRAD

Vişegrad, Bosna-Hersek'te özerk Sırp bölgesinde yer alan, ortasından Drina nehrinin geçtiği bir kasaba.

Gorazde’den Vişegrad’a gidiyoruz. Yol boyunca Drina nehri bize eşlik ediyor. Orada Nobel ödüllü İvo ANDRİÇ’in romanına konu olan Sokollu Mehmet Paşa (Drina) Köprüsünü göreceğiz. Rehberimiz İvo ve köprü ile ilgili bilgi veriyor. İvo aslında1892’de Bosna-Hersekte Travnik yakınlarındaki Dolac köyünde dünyaya gelmiş. Küçük yaşta babasını kaybedince Vişegrad’a teyzesinin yanına gelmiş. İlköğretimini burada tamamlamış, orta öğretim için Saraybosna’ya gitmiş. Drina Köprüsü adlı bu eserini  ikinci dünya savaşı sıralarında yazmış ve bu romanıyla ünlenmiş ve 1961’de Nobel edebiyat ödülünü kazanmış. Bu köprüyü Vişegrad’ın Sokoloviç  köyünden olan Osmanlı’nın kudretli paşalarından Sokollu Mehmet Paşa, Mimar Sinan’a yaptırmış. Köprü 1571-1577 yılları arasında yapılmış. Balkanlardaki diğer Osmanlı eserleri gibi Sokollu Mehmet Paşa (Drina) Köprüsünü de TİKA restore etmiş.  İvo romanında  köprünün yapımından sorumlu Abid Ağanın köprü yapılırken halka nasıl zulmettiğinden bahsetse de, o taş köprünün ihtişamı bu gün de insanı büyülüyor. Gürül gürül akan Drina nehrinin üzerinde bir gerdanlık gibi bu gün de hala olanca haşmetiyle gelenleri karşılıyor. Otobüsümüz Nehrin kenarında duruyor. Biz yürüyerek köprüyü geçiyoruz. Köprünün üzerindeki kitabenin önünde durup fotoğraf çektiriyoruz. Sonra şehrin Drina kıyısında durup muhteşem manzarayı seyrediyoruz. Aslında Drina üzerinde bir tekne turu yapmayı istedik ama zaman müsait olmadığı için vazgeçtik. Vişegrad’ın içini de gezemedik. Sırbistan’a gitmek üzere Vişegrad’dan ayrılıyoruz.


Vişegrad-Sokollu Mehmet Paşa ( Drina) Köprüsü
Vişagrad- Drina Nehri