19 Kasım 2017 Pazar

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: MAKEDONYA - Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

MAKEDONYA


Saat  14.15 gibi Makedonya sınırına geliyoruz. Sezer Bey yine pasaportları topluyor. Saat 15.45 gibi Makedonya’ya giriyoruz. Rehberimiz  Makedon”ya hakkında bilgi veriyor. Nüfusunun 2.100.000 olduğunu, nüfusun üçte birinin (1/3) Müslüman olduğunu söylüyor. Önce Manastır'a gidiyoruz.

Manastır: 110.000 civarında nüfusu olan bir şehir. Biz cumhuriyet çocukları onu daha çok Atatürk’ün okuduğu Askerî İdadi ile tanıyoruz. Manastır’da otobüsümüzü Atatürk’ün okuduğu Askeri İdadî’ nin yakınlarındaki otoparka durduruyoruz. Orada Askeri İdadi’nin önünden  geçip, Manastır’ın Şirok (geniş) sokağına  giriyoruz. Sokakta  giderken bir evin önünde duruyoruz. Balkonlu bir ev. Rehberimiz  Bu evin, Atatürk’ün Askeri İdadi’de  okurken aşık olduğu Eleni Karinte ‘nin evi olduğunu söylüyor. Rivayete göre Mustafa Kemal, Manastır askeri lisesinde okurken, genellikle Şirok Sokak’ta geziniyormuş. Bir gün Zengin tüccar Eftim Karinte’nin evinin balkonunda güzel Eleni’yi  görmüş, ona aşık olmuş. Eleni de ona kayıtsız kalmamış, balkondan gizlice, Atatürk’e bakışlar atıyormuş. Böylece Atatürk her gün evin önünden geçiyormuş,  Eleni ise onu balkonda bekliyormuş. Aralarında güçlü ama yasak aşk doğmuş. Atatürk Müslüman , Elini ise Hıristiyan olduğu için önce Atatürk’ün annesi sonra da  kızın babası buna karşı çıkmış.  Elini’nin babası,  görüşmelerine izin vermiyormuş. Elini’yi babası eve kapatmış, Onu başka bir adamla evlendirmek istemiş. Eleni Atatürk’e olan aşkını ve babasının yaptıklarını bir mektupla anlatmış.  Ölünceye kadar da Atatürk’ü beklemiş.

Atatürk’ün Manastır’da Askeri İdadi’de  okurken aşık olduğu Eleni Karinte ‘nin evi

Az ilerde meydana varmadan sol tarafta 2 katlı Türkiye Kültür Ataşeliği’ ni görüyoruz. 
Manastır Türkiye Kültür Ataşeliği  binası

Meydana vardığımızda bir saat kulesi görüyoruz , Osmanlılar tarafından 17. Yüzyılda  yapılmış. Saat kulesi yaklaşık 30 metre uzunluğunda. Bugün Makedonlar saat kulesinin  üstüne bir haç yerleştirmişler.
Makedonya Saat kulesi

Bir binanın duvarındaki güneş saati dikkatimizi çekiyor.
Makedonya’da güneş saati

Az ileride Yeni camiye geliyoruz. Cami yeni yapılmamış,
  1558 yılında inşa edilmiş. Ancak İshak Çelebi Camiinden sonra  yapıldığı için Yeni Cami denilmiş. Cami TİKA tarafından onarıma alınmış.

Makedonya meydanından Yeni Cami minaresi Ve İshak Çelebi Camiinin görünümü

Caminin içinde bulunduğu parkta bir havuz var. Ama içinde su yok. Bu havuzun; “Manastır’ın ortasında var bir havuz, canım havuz, bu yurdun kızları hepsi de yavuz. Biz çalar oynarız.” türküsüne konu olan havuz olduğunu öğreniyoruz.
Havuz ve İshak Çelebi Camii
Oradan öğle namazını kılmak üzere yakındaki İshak Çelebi camiine gidiyoruz. Cami, mektep, medrese, zaviye ve kütüphaneden oluşan külliyeden günümüze sadece İshak Çelebi Camii ulaşabilmiş. Cami, şehir merkezinde Dragor Nehri kenarında.  cami M.1506-1507 tarihleri arasında Manastır Kadısı İshak Çelebi tarafından inşa ettirilmiş. Giriş kapısı üzerinde dört sıra halinde yer alan kitabe mevcut. Cami yeni restore edilmiş. Tabii TİKA tarafından. Ama kapalı. Tuvaletleri kapalı, sadece şadırvanı açık. Ona da şükür deyip önce bayanlar, sonra erkekler abdestlerimizi alıp, çimlerin üzerine seccadelerimizi yayıyoruz ve öğle namazlarımızı kılıyoruz. Caminin kıble istikametinde, bahçede bir mezar var. Ali Bey gidip mezar taşındaki Osmanlıca yazıyı okuyor. Caminin bahçesindeki mezar, Rumeli müşiri Reşid Paşa’nın mezarıymış.
   
Cami ve Rumeli müşiri Reşid Paşa’nın mezarı

Oradan geldiğimiz yoldan tekrar dönüyoruz. Rehberimiz, caddenin üzerindeki bir börekçide gönül rahatlığı ile Arnavut böreği yiyebileceğimizi söylüyor. Biz de oturup Arnavut böreğimizi yiyiyoruz. Arkasından Traliçemizi yiyiyoruz.  Üstüne de Türk usulü demlenmiş çayımızı içiyoruz. Arnavut böreği 1 euro, Traliçe 1 euro, çay 0,5 euro (50 cent). Oradan Atatürk’ün okuduğu askeri idadiye geliyoruz. Onu da görüp, fotoğrafını çekiyoruz.

Atatürk’ün okuduğu Manastır’daki Askerî İdadi

Saat  17.30 da  Resneli Niyazi’nin memleketi olan RESNE’ye gitmek üzere Manastır’dan ayrılıyoruz. Resneli Niyazi bizde çok bilinen birisi. Şu ifade çok kullanılır: “Ne şehittir, ne gazi. Hiç yoluna gitti Resne’li Niyazi”

Resne’ye giderken yol kenarında elma bahçelerini görüyoruz. Rehberimizin söylediğine göre Kayserili bir girişimci buraya gelmiş. Meyvelerin değerlendirilmediğini görünce meyve suyu fabrikası kurmuş.Şimdi bölgenin bütün meyvelerini işliyormuş.

Yol boyunca rehberimiz Resne’li Niyazi hakkında bilgi veriyor. Osmanlı ordusunda yüzbaşı rutbesinde başarılı bir asker iken hürriyet sevdasına kapılıp,3 Temmuz 1908 yılında 160 arkadaşıyla birlikte Resne’de dağlara çıkmış. Çıkarken de karakoldan herkese ikişer tüfek, harcamak için de 550 altın almış. Başkalarının da katılımıyla sayı  bini aşmış.2. Abdulhamit bastırmak için askerler gönderdiyse de bastıramamış. Sonunda  2. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalmış. Sonra İstanbul’a geyiğiyle gelmiş. İttihat ve terakkicilere uyum sağlayamadığı için tekrar Resne’ye dönmüş.  Makedonya’nın elden çıkması üzerine 1913 Nisanında Arnavutluk'un Avlonya limanında İstanbul vapurunu beklerken 7-8 kişilik düzmece bir grubun, düzmece kavgasının ortasında kalan Resneli Niyâzi, kavgayı ayırmak isterken kim vurduya gitmiş. Bir rivayete göre  kendi koruması tarafından öldürülmüş. İşte “ Ne şehittir, ne gazi, hiç yoluna gitti Resne'li Niyazi” bu olay üzerine söylenmiş.
Bu gün boş konuşmalar için kullanılan  “geyik  muhabbeti” sözünün kaynağı da onun geyiği imiş. Resne’li Niyazi dağlarda iken bir geyik ona alışmış ve sürekli yanında dolaşmaya başlamış. İstanbul’a geldiğinde geyik de onunla birlikte gelmiş.Geyik o kadar meşhur olmuş ki, İstanbul’da herkes her yerde Resne’li Niyazi’nin geyiğinden bahsetmeye başlamış. Bundan dolayı da boş konuşmalar için geyik muhabbeti denilmeye başlamış…

Resne’ye girdiğimizde , Resne’li Niyazinin  Fransa’daki  Château de Chenonceau sarayını örnek alarak yaptırdığı saray görünümlü evini görüyoruz.Rehberimiz onun yapılış hikayesini anlatıyor. Bugün "Dragi Tosiya'' adıyla kültür merkezi olarak kullanılan sarayı. Paris'ten bir arkadaşının gönderdiği kartpostaldaki saraydan esinlenerek yaptırmış.

Resne’li Niyazi’nin Sarayının yandan görünüşü

Oradan Resne meydanındaki Haci Murat camiine gidip ikindi namazlarımızı kılıyoruz. Bayanları beklerken caminin altındaki çay ocağından bir Türk çayı içiyoruz.  Her gittiğimiz yerde Müslümanları görmek, cami görmek bizleri çok duygulandırıyor. Kendimizi Türkiye’de gibi hissediyoruz. Orada arkadaşlar Türkçe bilen bir gençle sohbet ediyorlar.



Oradan Otelimizin bulunduğu  Stroga’ya  gidiyoruz. Hotelimiz Struga-Dirim Hotel. Ohri gölünün kenarında çok güzel bir hotel  (4 yıldız). Resepsiyonda pasaportlarımızı bırakıp kalacağımız odanın anahtarlarını alıyoruz. Odamız 5. Katta (en üst kat), 504 nolu oda. Ohrid gölü ayağımızın altında.

Struga
Struga-Dirim Hotel

Odamıza yerleşip yemeğe iniyoruz. Arkadaşlar domuz eti olmadığını, rahatlıkla et çeşitlerinden yiyebileceğimizi  söylüyorlar. Açık büfe, çok zengin yemek çeşitleri var.Yemeklerimizi alıp masaya oturuyoruz. Ohrid kenarında oturup yemeğimizi yerken. Akşam ezanını duyuyoruz. Ses çok yakından geliyor. Duygulanıyoruz. Göz yaşlarımızı zor tutuyoruz. Yine Ecdat yadigârı camilerin birisinden dinin temeli olan şehadetler yükseliyor. Yemekten sonra namazımızı kılıp Ohrid gölünün etrafında geziniyoruz.  Gölün içinde  kamışlık görüyoruz. Rehberimiz Unesco’nun dünya mirası listesinde olduğu için bu sazlıkların korunduğunu söylüyor.Sonra odamıza çıkıp istirahate çekiliyoruz.  Sabahleyin ezan sesiyle uyanıyoruz. Aynı anda iki minareden farklı ezan sesleri geliyor. Avrupanın ortasında ezan sesleriyle uyanmak ne kadar güzel bir duygu.

05/08/2017 pazar. Sabah  07.00-08.00 arasında kahvaltımızı yapıp, 08.25 gibi otobüsümüzle otelden ayrılıyoruz. Hedefimiz Ohrid.

OHRİD: 
Stroga ile ohrid arası yaklaşık 30 km. Ohrid gölünün kenarında. Otobüsümüz tarihi çınarın yanında duruyor.Otobüsümüzden inip Ohrid gölüne doğru yürüyoruz.Gölün kenarında meydanda Kiril alfabesini geliştirmiş olduklarına inanılan 9. Yüzyıl Bizans keşişleri Aziz Kirillos ve Metodios’un anıtlarını görüyoruz. Gölde bir tekne turu yapmak için tekneye biniyoruz. Tur, kişi başı 10 euro imiş, ancak pazarlıkla biz  iki kişi 15 euroya anlaşıyoruz. Ohrid’li rehberimiz bize teknede Ohrid hakkında bilgi veriyor.Nüfusunun 50.000 civarında olduğunu, 2.500’ünün Türk, 2.600’ünün Arnavut asıllı müslüman, geri kalanının ise gayr-i müslim olduğunu, şehrin 565 yıl Osmanlının yönetiminde kaldığını,dağın üstündeki kiliseninin Osmanlılar tarafından camiye  çevrildiğini ama şimdi tekrar kiliseye çevrildiğini, Orada balkanların en büyük ortodoks üniversitesinin yapılmakta olduğunu söylüyor.Tepedeki kale hakkında bilgi veriyor.

Ohrid

Aşağıda göle yakın,ağaçların arasında bir kilise  görüyoruz.O kilisenin yapılışı   İle ilgili anlatılan bir olaydan bahsediyor. Rivayete göre Ohrid’in yöneticisi Osmanlı askeri hıristiyan bir kızı sevmiş. Ona olan sevdasını göstermek için bu küçük kiliseyi yaptırmış.

Göl kenarındaki küçük kilise ve Ohrid


Gölden Ohrid çok güzel görünüyor. Tekneyle Ohrid kıyılarında dolaşıyoruz. Karşı tarafta göl kenarında, ormanın içinde,  Tito’nun sarayı, onun yanında misafirlerini ağırladığı saray…

Tito'nun sarayı ve misafirhanesi

Rehberimiz gölün Aziz dağından beslendiğini Ohrid’in rakımının 695 m. olduğunu dağın ise 850 m. olduğunu, dağın üzerinde bir göl olduğunu, o gölün sularının süzülerek Aziz dağından Ohrid’i beslediğini, Ohrid’in uzunluğunun 30 km. , genişliğinin ise 15 km. olduğunu, bazı yerlerde derinliğin 296 metreyi bulduğunu,suyunun rahatlıkla içilebileceğini  söylüyor. İzzet Bey de Avrupa’nın tatlı su kaynaklarından birisi  olduğunu ekliyor.

Tekne turunu bitirince Kaleye doğru yürüyoruz. Dar bir Osmanlı sokağından geçiyoruz. Geçerken bir evin köşesinde sadaka taşı görüyoruz.
 
Sadaka taşı ve Ohrid evlerinden bir görüntü

Oradan Ayasofya Camiine  uğruyoruz.
 
Ohrid Ayasofya Camii

Eski tip evler  yol üzerinde şapel. Biraz daha yukarıya tırmanıp, Roma döneminden kalma Antik Tiyatroyu görüyoruz. Tiyatro onarımda.
   
Antik Tiyatro ve Şapel

Oradan daha fazla yukarıya çıkmadan tekrar geri dönüyoruz. Dönüşte farklı bir yoldan gidiyoruz. Eski yapıları, kiliseleri ve daracık yolları görüyoruz. Gene aynı caddeye iniyoruz. Rehberimiz Ohrid Gölünde bir Balık olduğunu ve onun pullarından inci yapıldığını, bunu bilenin iki aile olduğunu , başkaları öğrenmesin diye kızlarına bile  söylemediklerini anlattı. Biz de merak ettik. Rehberimiz aracılığıyla hediyelik inci takılar satan bir yerden, hediyelik inci takılardan aldık. Mağaza sahibi ödemelerimizi Türk parasıyla yapabileceğimizi söyledi. Biz de öyle yaptık. İncilerimizin hakiki Ohrid incisi olduğunu belgelemek için de sertifika almayı ihmal etmedik. Oradan Tarihi çınarın yanına geldik. Çınar yaklaşık 1200 yıllıkmış.Kökü çok büyük. Ortasından insan geçiyor. Çınarın yanındaki çeşmeden kana kana soğuk su içtik. Orada Türkçe konuşan bir satıcı bıçak satıyordu.  5 tl’ ye bıçak aldık. Arkadaşlar satıcıya Türk bayraklı bir şapka hediye ettiler.

Ohrid’deki Çınarın kökü ve dalları

Oradan Halveti Tekkesine gittik.Çanakkale İl Kültür Müdürü Kemal Bey  tekkenin şeyhini de tanıyormuş. Görevli bayana tekkeyi zor açtırdılar. Biz de tekkeyi dolaştık, abdestlerimizi aldık. Cami ve tekke TİKA tarafından onarılmış
       
Ohrid’de Halveti Dergahı türbesi ve Zeynel Abidin Paşa camii bahçesinden görüntüleri

Dergahın içinden görüntüler

Ve  saat 12.00 gibi Arnavutluğun Başkenti Tiran’a gitmek üzere  Ohrid’den ayrılıyoruz.

Yolda bir köy görüyoruz galiba Müslüman köyü. Çift Şerifeli minaresi olan bir camisi var. Yol kenarındaki mezarlık da Müslüman köyü olduğuna şahitlik ediyor. Çünkü mezarlarda haç yok.

Saat 12.30 gibi Makedonya sınır kapısına geliyoruz. İşlemler bitince Arnavutluğa geçeceğiz. Makedonya sınır kapısında işlemlerimiz fazla sürmüyor. Arnavutluk kapısından da çabuk geçiyoruz. Balkanlarda sınır kapılarında hediyeler işleri çabuklaştırıyor.


BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: YUNANİSTAN - Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

Balkan turu gezi güzergahımız

Uzun zamandan beri  balkan turuna çıkmayı arzu ediyordum.Yıllarca Osmanlının hüküm sürdüğü bu coğrafyayı, görmek ve tanımak istiyordum. Bu konudaki düşüncemde oğlum Furkan’nın da büyük etkisi oldu. Osmanlı coğrafyasını kapsayan seyahatleri sırasında balkanlarla ilgili anlattıkları, çektiği fotoğraflar merakımı uyandırmıştı. 2012 yılında Bosna’ya yaptığımız 4 günlük  gezi sırasında gördüklerim ve göremediklerim de  bende o bölgeye tekrar gitme isteği oluşturmuştu.
Eşim, büyük dedelerinin Bosna’dan geldiğini söyler. Oraları görmeyi arzu ettiğini ifade ederdi.
Ben de “İnşallah bir gün hep birlikte gideriz” diyordum. Düşüncemiz, aile olarak oraları gezmek, görmekti.

Bir gün üyesi olduğum Eğitim Bir-Sen’den mesaj geldi. 04-12 ağustos 2017 tarihleri arasında üyeleri için Büyük Balkan Turu organize ettikleri, katılmak isteyenlerin verilen telefon numarasını aramaları isteniyordu.

Evde eşim, Kızım ve üç aylık torunumuz Sidre vardı. Ben bu mesajdan bahsedince kızım: “baba bu fırsatı kaçırmayın” dedi. Eşim zaten istekliydi. Sendikadan bu organizasyonun sorumlusu Ahmet ARICAN’ı arayıp gezi ile ilgili bilgi aldım. Sabah kahvaltısı, akşam yemeği, konaklama ve ulaşım dahil kişi başı  375 Euro olduğunu söyledi. “Eğer gitmeyi düşünüyorsan acele et, kontenjan dolmak üzere” dedi. O bölgeleri iyi bilen oğlum Furkan’ı aradım ve şartlarını söyledim. “Baba çok iyiymiş hiç düşünme hemen müracaat et” dedi. Ben de arayıp ismimizi yazdırdım.

Pasaportlarımızın süresi dolmuştu. Onları yeniletmemiz gerekiyordu. Önce o işleri hallettik ve hazırlıklara başladık. O konuda Furkan çok tecrübeli olduğundan gideceğimiz yerlerin durumu ve seyahat için yanımıza almamız gereken eşya hakkında bilgiler verdi. Kendi tecrübelerimizi de katarak bir liste oluşturduk. Listede neler yoktu ki;
  ·Pasaportlar,
  ·İzin belgeleri (çalıştığımız kurumdan)
  ·Kimlikler
  ·Terlikler
  ·Havlular
  ·Şemsiyeler
  ·Diş fırçaları
  ·İlkyardım çatması (gazlı bez,yara bandı, pamuk, batikon, makas…)
  ·İlaçlar (soğuk algınlığı ilacı, mide ilacı, ishal ilacı, ağrı kesici ve ateş düşürücü, bulantı ilacı, pişik kremi, güneş kremi, sinek kovucu losyon, böcek ısırmalarına karşı merhem, kolonya…)
  ·Kullandığımız ilaçlar
  ·Gümrükte sıkıntı çıkarsa diye ilaçlarla ilgili reçeteler. (Aile hekiminden onaylı)
  ·Kağıt havlu, Islak havlu, Islak mendil
  ·Gözlükler
  ·Şapka
  ·İğne-iplik
  ·Sabun
  ·Tırnak çakısı
  ·Çakı/bıçak
  ·Seccade
  ·Traş makinesi
  ·Fotoğraf makinesi
  ·Telefon ve şarj cihazları
  ·Taşınabilir şarj aleti
  ·Yedek batarya
  ·Yedek SD kart
  ·Flaş bellek
  ·Yiyecek, içecek, kuruyemiş
  ·Çamaşırlar, mont…
  ·Yedek ayakkabı
  ·Dövizlerimiz
  ·Okumak için o yöreleri anlatan kitap, yazmak için ajanda, kalem...

Liste doğrultusunda eksik eşyalarımızı temin ettik hazırlıklarımızı tamamladık, gideceğimiz günü sabırsızlıkla beklemeye başladık.

Furkan gideceğimiz güzergahın haritasını gönderdi. Ben gideceğimiz yerleri ve kalacağımız yerleri harita üzerinde işaretledim. Gezi güzergahındaki devletler, şehirler ve mekanlar hakkında araştırmalarıma başladım.Çanakkale’de bulabildiğim kitaplardan Haluk DURSUN’un “Nilden Tunaya Osmanlı“  kitabını aldım. Balkanlarla ilgili gezi notlarını okudum. Ayrıca internette bulabildiğim yazıları okudum .

Gideceğim yerler hakkında önceden bilgi edinmek, oralarla ilgili yazılmış kitap ve makaleleri okumak, seyahat rehberlerini incelemek adetimdir. Bunun çok faydasını gördüm. Kendim de gittiğim yerlerle ilgili notlar tutar , fotoğraflar çekerim.Bu defa da aynı şeyleri yapmayı planlıyorum. Tabii Allah nasip ederse. Biz bir plan yapıyoruz ama İlahi planı bilmiyoruz. Onun için “İNŞALLAH” diyoruz.

04.08.2017 Cuma günü saat 20.00’da Çanakkale 18 Mart Stadyumundan Granikos Tur Şirketi ile hareket ediyoruz. 46 yolcu, 2 kaptan, 1 Rehber, 1 Rehber yardımcısı görevli olmak üzere 50 kişi.

Rehberimiz: İzzet YILDIZ
Otobüs Görevlisi :Sezer Bey
1. Kaptan: Nusret Bey
2. Kaptan: Arif Bey
Lapseki- Çardak üzerinden feribotla Gelibolu’ya geçiyoruz. Rehberimiz İzzet Bey Tur hakkında  bilgi veriyor.  Saat 23.40 gibi İpsala sınır kapısına geliyoruz. Kapıda hiç araç gözükmüyor. Otobüsten inip tek tek pasaportlarımızı  verip geçiyoruz. Orada mescide gidip yatsı namazlarımızı kılıyoruz.  Çok beklemeden 00.20 gibi tekrar otobüsümüze biniyoruz. 01.00 da Türkiye ile Yunanistan arasında  Meriç nehrinin bir kolu üzerinde olan köprüden  geçiyoruz. Köprünün bir ucunda Türk askerleri, diğer ucunda Yunan askerleri. Köprünün korkulukları kırmızı . Bu hala bizim Türkiye topraklarında olduğumuzu gösteriyor. Yunan gümrüğüne yaklaştığımızda, otobüsümüzün tekerlekleri bir su birikintisinin içinden geçiyor. Rehberimiz suyun ilaçlı olduğunu, Avrupa Birliği topraklarına girdiğimiz için otobüsümüzün dezenfekte edildiğini söylüyor. Bu dezenfekte işinden dolayı ileride gümrükte 45 euro para ödeniyor.

Yunan gümrüğüne vardığımızda Kaptan ve rehberimiz gümrük gişesine gidiyorlar. Pasaportlar toplanacak mı , yoksa herkes yine kendisi mi verecek… Az sonra  muavin gelip pasaportlarımızı toplayıp götürüyor.

Pasaport kontrolünde  1-2 nolu koltuklarda oturan Abdullah Bey ve eşi, daha önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gittikleri ve pasaportlarına damga vurulduğu için (KKTC’ye kimlikle gidiliyor. Pasaportlara değil, ayrıca düzenlenen bir belgeye damga vurulması gerekirmiş) Yunanistan’a girişlerine izin verilmiyor. Çünkü Yunanistan KKTC’yi tanımıyor. Abdullah bey ve eşi İstanbul’a gidip, biz Yunanistan’dan çıktıktan sonra uçakla gelip bize katılmak üzere İstanbul’a giden bir otobüse binip  oradan ayrılıyorlar. Tabii bu durum bizi üzüyor. Ama yapılacak bir şey yok. 

YUNANİSTAN

Saat: 02.00 gibi Yunan gümrüğünden hareket ediyoruz. Artık Yunan topraklarındayız. Yol güzergahında Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçe var ama gece olduğu için buraları göremiyoruz.

Kavalaya yaklaşık  10 km. mesafedeki bir dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Orada götürdüğümüz  şeylerle kahvaltımızı yapıyoruz. Türk usulü demleme çay içiyoruz. Çaylar bedava. Biz de buna karşılık Kavala kurabiyesi alıyoruz. Yarım kg’lık kutu 5 euro. Yaklaşık 1,5 saat kadar orada kalıyoruz. Sabah namazımızı da orada çimlerin üstünde kılıp, saat 06.00 gibi Kavala’ya hareket ediyoruz.

05.08.2017 Cumartesi. İlk ziyaret ettiğimiz yer Kavala oluyor.Rehberimiz İzzet Bey Kavala hakkında bilgi veriyor.Kışın nüfusunun 15.000 civarında olduğunu, yazın ise şehrin nüfusunun 70. 000’i bulduğunu söylüyor. Burasının Mısır valisi Mehmet Ali Paşanın memleketi olduğunu, hem memleketine hem de Mısır’a medrese ve cami yaptırdığını biliyoruz. Şehre girerken uzaktan kale ve su kemeri  dikkatimizi çekiyor. Tıpkı İstanbul- Fatihteki su kemeri gibi.

Kavala su kemeri

Kemerin altından geçip, deniz kenarına geliyoruz. Orada otobüsümüzden inip sabahın erken saatlerinde şehir turuna başlıyoruz. Önce Pargalı İbrahim Paşa Camiini görüyoruz. Caminin minaresi yıkılmış yerine çan kulesi yapılmış ve üstüne de bir haç yerleştirilmiş.

Eski İbrahim Paşa Camii ( Şimdi kilise olarak kullanılıyor)

Oradan Kavala’lı M.Ali paşa Medresesine gidiyoruz.Orası da Hotel olmuş.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Medresesinin yoldan görünüşü
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Medresesinin yoldan görünüşü

Biraz daha yukarıya çıkıyoruz. Orada Mehmet Ali Paşa’nın at üstünde  heykeli, yanı başında da evi. Evi dışarıdan görüp sadece fotoğrafını alabiliyoruz.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın heykeli 
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Evi 
 Heykelin az ilerisinde tepenin üstünde  görkemli bir kilise.

Kilise

Oradan yine geldiğimiz yoldan  şehir merkezine, otobüsümüzün yanına iniyoruz. Rehberimiz  bayırda yüksek bir binanın duvarına çizilmiş Kıbrıs haritasına dikkatimizi çekiyor . Türk kısmı, kırmızıya boyanmış.

KKTC'nin Kan Kırmızısı Olduğu Kıbrıs Haritası
Bize göre onun sol tarafındaki yine yüksek bir binanın duvarında bir çift ağlayan göz. Göz yaşları kıpkırmızı.

Kan ağlayan göz

Rehberimiz bunun yunanlıların Kıbrıs Barış Harekatından dolayı  akıttıkları göz yaşlarını ve kanı simgelediğini söylüyor. Kıbrıs barış harekatında Rum askerlerine, Kavala’dan 20 kişi katılmış ve orada ölmüş. İşte bu göz yaşları onlar içinmiş!
Orada bir müddet bekleyip fotoğraflar çekiyoruz.

Kavala limanının sabah görüntüsü

Sonra otobüsümüze binip hareket ediyoruz.Şehrin içinde bir tur atıyoruz. Geçerken bir Pazar yeri görüyoruz. Tıpkı bizim pazar yerleri gibi çadırlar kurulmuş, tezgahlara sebzeler, meyveler yerleştirilmiş, müşteriler bekleniyor.  Rehberimizin dediğine göre pazar öğlede bitermiş.

Saat 07.00 da Selanik’e gitmek üzere Kavala’dan ayrılıyoruz. Hastanenin bulunduğu tepeden bir kez daha  kavala’ya bakıyoruz. Yeni doğan güneş şehri aydınlatmaya başlamış. Deniz gümüş gibi parlıyor. Koyda tekneler , kayıklar, yatlar. Harika bir manzara ve şirin bir kasaba.
 Yol kenarında bir şapel (küçük kilise )görüyoruz. Rehberiniz, Rüyasında ölen yakınlarını gören hristiyanların böyle şapeller yaptırdıklarını söylüyor. Kaza yapıp ölen kişiler için, kaza yaptıkları yere de böyle şapeller yaptırırlarmış.

İpsala sınır kapısından beri takip ettiğimiz Egnasia  otoyoluna çıkıyoruz. Deniz kenarları bizim Ege kenarları gibi girintili çıkıntılı. Sahile yakın küçük adacıklar dikkatimizi çekiyor.

Kavala açıklarında otobüsten görülen bir adacık

Sahil boyunca yerleşim yerleri, ve zeytin ağaçları var. İç kısımlara doğru dağların etekleri  bodur bitki örtüsü ile kaplı. Dağların tepelerinde ise ağaç yok.

Yol boyunca mısır  ve ayçiçeği tarlaları dikkatimizi çekiyor. Dağlardan tünellerle geçiliyor.

Yaklaşık  2 saatlik bir yolculuktan sonra Selânik’e geliyoruz.

SELANİK (Thessaloniki), 1.380.000 nüfuslu büyük bir şehir. Selanik ve Langada bölgelerinden oluşuyor. İsmini büyük İskender’in kız kardeşinden alıyor. Saat 08.40 gibi şehre giriş yapıyoruz.

Ayadimitri caddesinde yürüyoruz. Caddenin üzerinde Ayadimitros kilisesi olduğu için cadde bu ismi almış. Bu,Selanik şehrinin en büyük Ortodoks  kilisesi. Roma kalıntıları üzerine kurulmuş. Aya dimitros Romalıların öldürdüğü Ortodoks bir papazmış.
Sahile iniyoruz.Oradan yürüyerek Beyaz Kuleye gidiyoruz.

Beyaz Kule
Beyaz Kule 1535 yılında Osmanlılar tarafından yapılmış, 30 m. yüksekliğinde , altı katlı bir kule. Osmanlı döneminde zindan olarak da kullanılan Beyaz Kuleye girmek istiyoruz. Giriş 4 euro. Kuleye çıkıyoruz. Her katında antik eşyalar sergileniyor. Görevliler Türkçe, biz de İngilizce iyi bilmediğimiz için,  Ahmet DOKUZ  aşağıdan Türkçe anlatım yapan cihazlardan birkaç tane getiriyor. O cihazlar vasıtasıyla katlarda sergilenen  eşyalar ve hangi dönemlere ait oldukları hakkında bilgi alıyoruz. En üst kata çıkıyoruz. Üst kattaki terastan  Selanik şehri ve Ege denizi harika görünüyor.

Beyaz kulenin yakından görünüşü

Beyaz Kulenin terasından Ege Denizinin görünüşü

Zamanımız dar olduğu için çok fazla oyalanmadan iniyoruz.Sahilde biraz daha yürüyünce Deniz kenarında parkın ortasında Büyük İskenderin heykelini görüyoruz. Heykelin arkasında mızraklar … Rehberimizin söylediğine göre Büyük İskender savaşta 6 m. Uzunluğunda mızraklar kullanırmış. Sembolik olarak o mızraklar oraya onun için konulmuş.

Büyük İskender'in heykeli

Oradan otobüsümüze binip Atatürk’ün doğduğu eve gidiyoruz. O günkü adresi Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane caddesi iken bugün, Apostolou Pavlu Caddesi, No: 17 olmuş.  Selanik Başkonsolosluğu ile aynı yerleşkenin bir parçası olduğu için Türkiye cumhuriyeti toprağı sayılmaktadır. Ev Atatürk’ün naşının Etnografya müzesinden Anıtkabire taşındığı tarih olan 10 Kasım 1953 de ziyarete açılmış,  Dolmabahçe Sarayı Ve Topkapı Sarayındaki Atatürk’e ait bazı eşyalar seçilerek gönderilmiş, bugün onlar sergilenmekte. Evin önünde bahçede bir nar ağacı var. Bu ağaç Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi tarafından dikilmiş.

Atatürk Evi’nin tabelası 
“Türkiye Cumhuriyeti Reis-i Cumhur  Gazi Mustafa Kemal”
Atatürk Evi bahçesindeki Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin diktiği nar ağacı

                                                                
Evin İçinden ve dışından birkaç kare fotoğraf alıp, saat 11.00 gibi evden ayrılıyoruz.
 

Atatürk Evi’nin bahçesinden görünüşü
Atatürk Evi’nin içindeki bazı eşyalar

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın maketi
Atatürk maketleri
Atatürk Evi'nin yoldan görünüşü

Yine otobüsümüzle Selanik’te panaromik bir gezi yapıp, Makedonya’ya gitmek üzere ayrılıyoruz.


Selanik’ten Makedonya’ya giderken yolun iki tarafında çok sık elma ve şeftali bahçeleri görüyoruz. Her taraf yemyeşil, uçsuz bucaksız geniş ovalar görüyoruz. Sonra tüneller başlıyor, oldukça derin uçurumlar… Yerleşim yerlerinde bazı binalarda “APARTMANİ” yazıyor. Bunlar turistler için kiralık apart-odalar anlamına geliyormuş. Artık Yunanistan'a veda edip Makedonya'ya geçiyoruz.