26 Ocak 2018 Cuma

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: KARADAĞ - Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

KARADAĞ



Kendisi aslen Karadağlı olan otobüs görevlisi ve yardımcı rehber Sezer Bey Karadağ hakkında bilgi veriyor. Nüfusunun 650.000 olduğunu, Başkentinin otelimizin bulunduğu Podgorisa olduğunu, Podgorisanın nüfusunun ise 150.000 olduğunu, Karadağda 120.000 müslüman olduğunu, İslâm’ın resmi din olduğunu söylüyor. Tabii bu arada Karadağlıların ne kadar tembel olduğunu anlatan hikâyeleri kahkahalarla dinliyoruz.

Saat 21.00 gibi podgorica’daki otelimize varıyoruz.  Hotel Aurel (4 yıldız). Lobisi 2. Katta ama asansörü tek . girerken bu nasıl otel? dedik ama içine girince oldukça güzel olduğunu gördük. Odalarımıza yerleştik . Sonra restorana inip açık büfe yemeğimizi yedik. Buranın da çeşitleri oldukça boldu. Sonra istirahata çekildik. Sabah 06.30 gibi kahvaltıya indik. 07.30 gibi de otelden ayrıldık. Hedefimiz Bar şehri.

Rehberimiz Bar şehri ile ilgili bilgi veriyor. İtalya’nın tam karşı kıyısına denk geldiğini söylüyor.

Bara giderken Stomore kasabasından geçiyoruz. İki tarafında yine yüksek sıradağlar var. Yollar bir gidiş, bir geliş, Trenle ulaşım daha yaygınmış. Binalarda sık sık “SOBE” veya  “APARTMANİ” yazılarına rastlıyoruz. Bu turistler için oda anlamına geliyormuş. Rehberimizin söylediğine göre  Karadağ son yıllarda çok Avrupalı ve Rus turist alıyormuş. Onları barındıracak otelleri olmadığı için böyle bir yönteme başvurmuşlar. Adam evinin bir odasını turistlere kiraya verebiliyormuş. Bir sobe gecelik 6-10 Euro arasıymış. Bu bir devlet politikasıymış. Az ileride sabahın erken saatlerinde insanların Adriyatik denizine girdiklerini görüyoruz.

Bar şehrine varıyoruz. Şehir iki kısımdan oluşuyor. Eski Bar, Yeni Bar.Eski Bar (Stari Bar) Biraz daha yukarıda, eski yerleşim birimi. Yeni Bar ise Deniz kenarında. İkisinin arası yaklaşık 4 km.         
     
Eski Bar 1571’de Osmanlıların yönetimine girmiş. Bar’ı  Pertev Paşa almış.Hıristiyan ahalinin hakları garanti altına alınmış.O tarihte Bar Kalesinin içine Selimiye Camii inşa edilmiş. 1878’de Osmanlıların yönetiminden çıkmış. Karadağ’a dahil edilmiş. Üç asırdan fazla Osmanlının elinde kalmış. Bu gün şehrin nüfusu 45.000 olduğunu, bunlardan 5.000’inin Müslüman olduğunu öğreniyoruz.

Biz doğru eski Bar’a gidiyoruz. Yüksekçe bir yerde otobüsümüzü durdurup bar Kalesine doğru taş yoldan yürüyoruz.

Eski Bar (Stari Bar) Kale Kapısı


Eski Bar (Stari Bar) Kalesinin uzaktan görünüşü

Kalenin önünde fotoğraf çekilip oradan eski camiye çıkıyoruz. Cami yine kapalı. Şadırvanında elimizi yüzümüzü yıkayıp, bir de eski Barın yukarıdan fotoğrafını alıp aşağıya otobüse iniyoruz.


Eski Bar(Stari Bar)da Kale Kapısının Karşısındaki  Cami

Caminin önünden Eski Barın(Stari Bar)  görünüşü

Bar İslâm Kültür Merkezi  ve Selimiye camiinin uzaktan görünüşü

Şehrin aşağısındaki Bar İslâm Kültür Merkezi  ve Selimiye Camiine iniyoruz. Cami ile ilgili bilgi alıyoruz.Barda mevcut camilerin darlığı ve ulaşım zorluğundan dolayı yeni bir cami ve Kültür merkezi yapılmasına karar verilmiş. İslâm Birliğine ait Vakıf arazisinin üzerine 22 Temmuz 2002’de temeli atılmış. Toplanan bağışlarla caminin  ve diğer tesislerin bir bölümünün kaba inşaatı yapılmış. Ancak tamamlanamamış. Bunun üzerine TİKA Caminin ve Kültür Merkezinin yapımını üstlenmiş. Cami ve kültür merkezi 30 Mayıs 2014 tarihinde bitirilmiş ve hizmete  açılmış . Camiye, bu gün eski kalede, sadece temel taşları bulunan caminin anısına “Selimiye Camii” adı verilmiş.  Cami Karadağ’ın en büyük, Balkanların ise en görkemli camisi olmuş. Aynı anda 2000 kişi namaz kılabiliyormuş. İslam Kültür merkezi iki kanattan oluşuyormuş.Sağ kanadında dershaneler,bilgisayar odaları, çocuk yuvası, kütüphane,araştırma merkezi , misafirhane,  oturma salonu , tuvalet ve banyolar, çalışan memurlara ait ofisler bulunmakta. Sol kanatta ise restoran, dini nikah salonu, simültane tercüme odaları, İslâmi ürünlerin satışa sunulduğu mağaza ve misafirler için konaklama yeri bulunuyormuş. Ayrıca spor ve kongre salonu da unutulmamış.

Biz bu iki kanattan lavaboların bulunduğu bölümü geziyoruz. Lavabolara gidip abdestimizi alıyoruz. Raflardan havlu alıp gönül rahatlığı ile kullanıp ayrı bir yere koyuyoruz. Burada havlular her namaz vaktinde değişiyormuş. Bir havluyu sadece bir kişi kullanıyor.Sonra tekrar yıkanıyormuş. Havlular zaten mis gidi  kokuyor. Her taraf pırıl pırıl. Sonra camiye gidip namaz kılıyoruz. Budva‘ya gitmek üzere Stari Bar’dan ayrılıyoruz. Yeni Bardan geçiyoruz. Burada Eski Bar’ın aksine Her tarafta büyük Kiliseler Görüyoruz. Haçları süslü Ortodoks kilisesi, Haçları düz Katolik kiliseleri… Adriyatik kıyısındaki plajda denize giren insanlar görüyoruz. Hedefimiz Budva. Bar-Budva arası 48 km.

Yeni Bar’da Bir  Ortodoks Kilisesi
Yeni Bar’da Bir Katolik Kilisesi  


 Yeni Bar sahil plajı

Budva’ya giderken yolda Sv. Stefan adasının önünde,yol kenarında fotoğraf molası veriyoruz. Bu adacığı Singapurlu bir iş adamı satın almış ve otel olarak işletiyormuş. Avrupa’nın zengin sosyetesi  burada kalıyormuş. Gecelik fiyatları el yakan cinstenmiş. Uzaktan az katlı kiremitli birçok bina görünüyor. Uzaktan fotoğraflarımızı aldıktan sonra yolumuza devam ediyoruz.


Sv. Stefan adası

BUDVA :Rehberimiz Osmanlının sadece Budva’da Adriyatiğe inebildiğini, Budva’nın da 2 yıl Osmanlıların elinde kaldığını, son yıllarda burasının Güney Avrupa’nın en gözde tatil mekanlarından birisi haline geldiğini söylüyor. Biz de zaten geçerken denize giren insanları görüyoruz. Plajlar dolu. Budva da Adriyatik denizi kenarında çok güzel bir şehir. 

Budva

Budva’dan  otobüsümüzle geçiyoruz. İnip şehrin içini gezemiyoruz. Budva’nın çıkışında deniz kenarında , tepenin üzerinde,Osmanlının karşısında Macaristan sınır karakolunun kalıntılarını görüyoruz.  Sağ tarafımızda yine yüksek sıradağlar. Kara dağ’ın esas adı Zeta’ymış. Venedikliler  denizden Lofcan dağını görmüşler “Montonego” Karadağ demişler. Böylece adı Karadağ olarak kalmış. Budva’dan sonra  hedefimiz Kotor. Budva -Kotor arası 23 km. Uzun bir tünelden sonra Kotor’a  geliyoruz.

KOTOR
Kotor, Kümes anlamına geliyormuş. Üç tarafı yüksek dağlarla çevrili tarihi bir şehir. UNESCO’ nun  dünya Kültür Mirası listesinde bir şehirmiş. Nufusu 13.500 civarındaymış. Osmanlılar bu şehre hakim olamamışlar. Çok korunaklı bir şehir. Yollar dar olduğu için girişte trafik çok yoğun. Onun için yavaş yavaş gidiyoruz. Sağ tarafta Çok dik yamaçlı sıradağlar var. Aşağıdan yukarıya doğru yapılmış surları görüyoruz.Bu dağa bu surlar nasıl yapılmış diye hayretler içinde kalıyoruz. Rehberimiz surun yüksekliğinin bazı yerlerde 20 metreyi bulduğunu söylüyor. Kalenin eski kapısına yakın bir yerde otobüsümüzden inip, Batı deniz kapısından şehre giriyoruz. Bunun dışında şehrin iki kapısı daha varmış. Skurda  nehrinin üzerinde Nehir kapısı. Bu kapıya nehrin üzerinden köprüyle gidiliyor.Diğeri de Güney Kapısı. Girişte Türkçe yazılı bir kale haritası veriliyor. Hemen girişte bir meydan var . Adı silah meydanıymış. Meydana bakan uzun bir saray var. Dükler sarayıymış. Orada başka bir yapı daha var.Orası da silahlar deposuymuş. Karşıda saat kulesi var. Kalede binalar iç içe girmiş. Kale içinde 9 tane saray, 14 tane Kilise ve manastır varmış. Bunların dışında  birçok da kamu binası. Binaların balkonları çiçek bahçesi gibi. Eski şehri gezip dışarıya çıkıyoruz. 

Kotor Kalesi
Kotor Kale Kapısı
Kotor Kalesinin İçi ve surların görünüşü
                                                     
Oradan  geldiğimiz yöne doğru biraz yürüyoruz.  Sol tarafta İslam Mekezi’nin yaptırdığı, iki katlı ev görünümünde bir mescit var orada namazlarımızı kılıyoruz. Mescidin ön tarafında küçük bir dere yatağı var. Ama suyu yok. Derenin kenarında ağaçlar var. Bunu yaptıranlardan Allah razı olsun diyoruz ve yürüyerek otobüsümüze gidiyoruz. İleride Kotor körfezinden karşı tarafa feribotla geçip yolumuza devam ediyoruz.


İslam Merkezinin Kotor’daki Mescidi
Kotor körfezi

Oradan Hırvatistan- Dubrovnik’e gideceğiz. Ancak rehberimiz Sınırda 5-6 km kadar kuyruk olduğunu  öğrenmiş. Bu 5-6 saat sınırda beklemek anlamına geliyor. Kotor-Dubrovnik arası 90 km. Rehberimiz bu durumda güzergahı değiştirip,  akşam kalacağımız otelin bulunduğu, Bosna’nın Sırp bölgesindeki Trebinje’ye gidip otele yerleşmenin sonra da oraya yakın olan sınır kapısından geçmenin daha doğru olacağını söylüyor ve öyle yapıyoruz. 


  
Kotor

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: HIRVATİSTAN- DUBROVNİK - Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

HIRVATİSTAN- DUBROVNİK



HIRVATİSTAN

Hırvat sınırında bayağı bekliyoruz. Akşam namazını ara bölgede yol kenarında bulduğumuz yerde kılıyoruz. Gece Saat 22.00 gibi Dubrovnik’e varıyoruz.

DUBROVNİK, 1. Murat zamanında Osmanlılara bağlanmış ve  vergiye tabi tutulmuş,  yaklaşık 440 sene Osmanlı himayesinde kalmış.

Dubrovnik, UNESCO tarafından dünya kültür mirası olarak kabul edilmiş ve koruma altına alınmış. Koruma altına alındıktan sonra şehirdeki tüm yıkılan binalar orijinal haline göre yeniden restore edilmiş.

Dubrovnik kalesi ve surlarından bir bölüm

Biz Bosna-Hersek tarafından gelip üst kısımdan gece şehre giriyoruz.  Kale ışıklandırılmış , yukarıdan muhteşem görünüyor. Surları, kuleleri, limanı, tarihi binaları ışıl ışıl.  Otobüsümüzden inip şehir kapısından içeriye giriyoruz. Old Town (eski şehir)’in önemli  iki kapısı varmış. Bunlardan birisi Pile, diğeri ise Ploce Kapısı. Biz bunlardan  pile kapısından giriyoruz.  Kapının hemen üzerinde bir heykel var. Bu Aziz Vlao’nun heykeliymiş.  Rivayete göre bu aziz bir rahibe, rüyasında Venediklilerin şehre saldıracaklarını haber vermiş. Rüya doğru kabul edilip şehrin korunması için önlemler alınmış. Ve bu sayede şehir kurtulmuş. Bu nedenle şehrin koruyucu azizi olarak heykeli giriş kapısının hemen üzerine yerleştirilmiş.


 Pile Kapısı
Old Town’un girişi


Old Town (eski şehir) da kapıdan girince uzun bir cadde var. Bu caddenin adı Stradun Caddesiymiş.

Caddedenin girişindeki meydanda  Onofriyo Çeşmesi var. Çeşmenin  fotoğrafını alıyoruz. Çeşme1436 yılında yapılmış ve 12 km'ye yakın bir uzaklıktan su getirilmiş. Avrupa'da veba salgınının olduğu dönemlerde şehre girenler,bu çeşmede soğuk su ile yıkanırlarmış. Şu anda da musluklarından içilebilir su akıyor.

Onofriyo çeçmesi

Çeşmenin karşısında sol tarafta  Fransisken Manastırı’nı görüyoruz.Rehberimiz, burada dünyanın en eski eczanesi olduğunu söylüyor.Tabii oraya giremiyoruz. Az ileride sağ tarafta  bir sokağa giriyoruz. Rehberimiz sokaktaki bir binanın önünde duruyor.  Burasının yetimhane olduğunu söylüyor.  Eğer onaylanmayan bir evlilikten gayr-ı meşru  çocuk olursa, doğan çocuk buraya bırakılırmış. Yetimhanenin kapısının üzerinde  bir yazı var. Bu yazı, buraya çocuklarını bırakan annelerin duygularını ifade ediyormuş. Burada:  “İçimizdeki ateşi kim söndürecek “ yazıyormuş. Çocuğu getirenler, başkası tarafından görülmesin diye geceleyin getirirlermiş. Burada çocuklara iyi bakılır ve iyi eğitim verilirmiş. Daha sonra iyi bir eğitim alması için zenginler de çocuklarını buraya getirmeye başlamışlar. Eğer anneleri-babaları çocukları daha sonra sahiplenmezlerse, Çocuklar 6 yaşına geldiklerinde kızlar ve erkekler ayrı manastırlara gönderilir ve yaşamlarına buralarda devam ederlermiş.

Yetimhanenin bulunduğu sokak ve yetimhane


Yetimhanenin kapısındaki yazı 
                                                                               
Mescidin kapısı
   
Az ileride bir mescit için ikinci kata çıkıyoruz ama kapalı. İnip Stradun Caddesinde yolumuza devam ediyoruz.Cadde ışıl ışıl. İğne atsan yere düşmeyecek şekilde kalabalık.  Daracık sokaklar ve sağlı sollu binalar…

Stradun caddesi ve sokakları


Az ileride bir meydanda,Hırvatistan’ın, "Panslavizm"in tohumlarını atan şairi Ivan Gundulic’in heykelini görüyoruz. Gundulic, 8 Ocak 1589 tarihinde Dubrovnik’te doğmuş, soylu bir ailenin çocuğuymuş. Bir çok üst düzey görevlerde bulunduktan sora, 08 Aralık 1638 yılında Yine Dubrovnik’te vefat etmiş. Bu gün Dubrovnikte Old Town’da kendi adı verilen meydana  Ivan Gundulic’in heykeli dikilmiş.

Ivan Gundulic’in heykeli

Caddenin bitişinde saat kulesini (çan kulesini) görüyoruz. Kuledeki saat çalışıyor. Saat kulesinin üzerinde sarı bir küre var. Bu küre ayın o anki durumunu gösteriyormuş. Kulenin tepesinde de bir çan var. Kulenin yüksekliği 31 metreymiş.

Stradun caddesindeki saat kulesi

Saat kulesinin yakınında bir sütun görüyoruz. Orlando sütunuymuş. Sütunun üzerinde elinde kılıç olan bir şövalye figürü var. Bu şövalye Orlando imiş. Sütunun kaidesi üç kademeli. Suçlular işledikleri suça göre kademelerin birisine dikilir sütuna bağlanır ve halka teşhir edilirmiş. Kulenin üstünde de etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiş bir mekan var. Halka, önemli duyurular buradan  yapılırmış.


 Orlando sütunu


Stradun caddesinin sonundaki ploce kapısından Eski Liman’a çıkıyoruz.


Eski Liman

Sonra tekrar Old Town’a girip, stradun caddesinde  rehberle gezdiğimiz yerleri bir de kendimiz geziyoruz. Stradun caddesinde bir erkek ile  bayanın ayaklarına taktıkları uzun takma bacaklarla dolaştıklarını görüyoruz.



Old Tovn turumuzu tamamlayıp Pile Kapısından  çıkıyoruz.  Sur boyunca yukarıya ve denize doğru biraz yürüdükten sonra otobüsümüzün yanına  dönüyoruz. Oradan tarihi bir çeşmeden su içip otobüsümüze biniyoruz. Kim bilir belki oranın suyundan içince tekrar gelmek nasip olur!



Biz Dubrovnik’e gece gelip ,yine aynı gece ayrıldığımız için çok iyi gezemedik. Aslında uzunluğu 2 kilometreyi bulan  surlarının üzerinde dolaşmayı, gündüz gözüyle etrafı  ve eski şehri gezmeyi çok isterdim.Çünkü kızım oraları anlattığında hayran kalmıştık. İnşallah bir başka sefere.

Geldiğimiz yoldan Trabinje’ye dönüyoruz. Dönüşte sınır kapıları tenhalaşmış. Çok beklemiyoruz.


BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ: ARNAVUTLUK Alattin Engin

BALKAN ÜLKELERİ GEZİ GÜNLÜĞÜ

ARNAVUTLUK


Rehberimiz Arnavutlukla ilgili bilgi veriyor. Nüfusu 3.500.000. Nüfusun %70’i Müslüman. Başkenti Tiran.

Yol kenarında   birçok  küçük küçük kubbeler görüyoruz. Kubbelerin toprağa yakın kısımlarında  gözetleme  delikleri var.Rehberimiz bunlara “Bunker” denildiğini, sayılarının yüz binden fazla olduğunu, Enver Hoca  tarafından Arnavutluğun savunması için yaptırıldığını, kubbelerinin çok sağlam olduğunu, bir dönem çimento fabrikalarının onlar için çalıştığını söylüyor. Bizdeki tabyalar gibi . Otobüsümüz duruyor .Fotoğraf alıyoruz. O esnada bazı arkadaşlar yakından görmek için koşarak yanlarına kadar gidiyorlar.


Bunkerlerin uzaktan görünüşü


Bunker’in yakından görünüşü

Dağı aşınca aşağıda geniş bir ovada kurulmuş büyükçe bir yerleşim yeri görüyoruz. Uzaktan iki tane de minare  görünüyor. Yerleşim yerinin ortasında bir göl var.Rehberimiz bu gölün, Ohrid gölünü de besleyen üzerinden geçtiğimiz dağdan gelen suların toplanarak oluşturulduğu, yapay bir göl olduğunu söylüyor. 

Yapay Göl
Elbasana doğru devam ediyoruz. Yolumuzun iki tarafında da yüksek sıradağlar var. Elbasan’a kadar gördüğümüz bütün köylerde cami var.

İlbasan (Elbasan): Osmanlıya karşı isyan eden İskender Bey’in faaliyetlerini kontrol etmek ve ülkenin kuzeyine giden yolların emniyetini sağlamak amacıyla 1466 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuş bir şehirdir. 1912 yılına kadar Osmanlıların kontrolünde kalmış bir sancak merkezidir. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış bir de kalesinin olduğunu biliyoruz. Programımızda orayı gezmek de olmasına rağmen zamanın darlığı nedeniyle gezemiyoruz. İçinden geçip Tirana doğru devam ediyoruz.

Dağlardan inişe geçtiğimizde Tiran’ı  görüyoruz. Otobüsümüzle şehir meydanına kadar  gidiyoruz. Ethem Bey camiinin yanına otobüsümüzü durdurup iniyoruz.Şehrin merkezinde çok güzel bir cami. Rehberimiz cami ile ilgili bilgi veriyor. H.1208/M.1793-1794 yıllarında Şaban oğlu Hacı Ethem Bey tarafından moloz taşla tek kubbeli olarak inşa edilmiş. Tek kubbeli caminin zarif, tek şerefeli bir minaresi var. Kuzeyindeki giriş kapısının sağ tarafında Ethem Bey'in, mezarı yer alıyor. Giriş kapısının üzerinde kitabesi var. Camiye girip iki rekat  tahiyyetü’l – mescit namazı kıldıktan sonra içini geziyoruz. Duvarlar, tavan  resimlerle süslenmiş.

Ethem Bey camiinin içten görünüşü, Cami­nin hemen yanında saat kulesi bulunuyor.


Ethem Bey Camii ve Saat Kulesi

Caminin az ilerisinde meydanda İskender Bey’in anıtını görüyoruz.Bu bizim bildiğimiz büyük İskender değil. İskender Bey, Arnavut asıllı, 1405 yılında Arnavutlukta doğmuş. Asıl adı Gergi  (Gijergi) Kastrioti imiş. Babası  Arnavutlukta önemli beylerden  biriymiş.  Osmanlı hakimiyetini kabul etmek zorunda kalınca onu , ıı. Murat’a  rehin olarak vermiş. Ozaman henüz 9 yaşlarında imiş. Edirne’de ıı. Murat’ın emrinde içoğlanı eğitimi almış ve Müslüman olmuş. Sultan ıı. Murat kendisine Büyük İskende’rin adından esinlenerek İskender adını ve Bey ünvanını  vermiş. Osmanlıların İzlâdi yenilgisinden sonra  İskender Bey askerleriyle birlikte Müslümanlara karşı savaşan Arnavutlara katılmış ve yeniden  Hıristiyan olmuş. Arnavut soylularından bir birlik kurup başına geçmiş.Svetigrad ( Kocacık) hisarı ve  Kuruya  ( Akçahisar) kalelerini almış. Akçahisar  (Kuruya)  kalesine çekilmiş. Papalığı da arkasına alarak, Hem ıı. Murat’ı hem de Fatihi çok uğraştırmış. 25 yıl Osmanlıları uğraştırmış. 17 Ocak 1468 ‘de Leş’te  ölmüş. Onun ölümünden 10 yıl sonra 1478 ‘de Bütün Arnavutluk Osmanlıların kontrolüne girmiş. Arnavutlar onu  kahramanları olarak görüyorlarmış. Onun için en büyük meydanlarına ismini vermişler  ve heykelini dikmişler. Biz de Osmanlıya karşı yaptıklarını tasvip etmesek de bu olayı hatırlayalım diye heykelinin önünde fotoğraf çekiliyoruz.

Tiran meydanında İskender’in heykeli ve Ethem Bey camiinden bir görünüş

Meydanda biraz dolaşıp tekrar Ethem Bey Camiine geliyoruz. Hava oldukça sıcak. Biraz camide gölgelenip,Caminin yanındaki saat kulesinin de fotoğrafını çekip otobüsümüze biniyoruz. Sonra panoramik bir  şehir turu yapıp İşkodra’ya doğru hareket ediyoruz. Tirandan çıkmadan Arnavutluk bayarağının da sembolü olan büyük bir, çift başlı kartal heykeli görüyoruz.Kartal heykelinin kanat ve kuyruk tüylerinin sayısının İskender Beyin ülkeyi yönettiği yıl kadar olduğunu öğreniyoruz.




İşkodraya doğru giderken yolun sağ tarafında  yüksek sıra dağları görüyoruz. Uzaktan dağın eteğinde bir yerleşim yeri görüyoruz. Rehberimiz burasının, Akçahisar  (Kuruya)  kalesi olduğunu söylüyor.  Demek ki İskender Bey’in  kalesine sığınarak yıllarca Osmanlı ordusunu uğraştırdığı yer burası. Dağlar o kadar yüksek ki arkadan yaklaşmak imkansız. Ön tarafında da kale var. Çok korunaklı bir yer. Uzaktan geçerken ağaçların arasından fotoğrafını almaya çalışıyoruz.


Akçahisarın uzaktan görünüşü


İşkodra: Arnavutluğun kuzeyinde, sarp dağların arasında 100.000 nüfuslu bir şehir.Burası milattan önce ııı. ve ıı. yüzyıllarda İllirya Devletinin merkezi olmuş. 1393-1396 yılları arasında kısa bir dönem Osmanlıların eline geçmiş, daha sonra Venedik'liler şehre hakim olmuş. 1476 yılında Fatihin de katıldığı bir kuşatmanın ardından anlaşmalı olarak şehre Osmanlılar yeniden hakin olmuş, 1912 yılına kadar da Osmanlıların elinde kalmış. Osmanlı döneminde şehirde kırktan fazla cami,medrese ve dergah varmış.

İkindi namazımızı İşkodra’da bir camide kılıyoruz. Caminin yanında  bir medrese var. Orası Türk okuluymuş. Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı tarafından işletiliyormuş. Abdest alırken şadırvandaki öğrencilerden birisi Türkçe konuşuyordu. Ondan biraz bilgi aldık. Numan başkan birkaç arkadaşla birlikte okula (medreseye) girdiler. Namazdan sonra otobüse bindiğimizde  Numan başkan , burasının erkek okulu olduğu,350 erkek öğrencisi bulunduğu, bunun dışında bir de kız okulu olduğu, buranın da 500 kız örencisi olduğu bilgisini bizimle paylaştı.

18.45 gibi otobüsümüz    hareket ediyor. Otobüsle İşkodra’dan geçerken sıkça minareler görüyoruz. Bu bize bugün de burada Müslüman nüfusun oldukça yoğunlukta olduğunu gösteriyor.


İşkodra’da namaz kıldığımız cami

İşkodra’dan ayrıldıktan sonra uçsuz bucaksız bir göl görüyoruz. Rehberimiz bu gölün İşkodra  gölü olduğunu, gölün 1/3’ lük kısmının Arnavutlukta olduğunu, 2/3’ lük kısmının ise Karadağ topraklarında olduğunu söylüyor. Bundan sonraki gideceğimiz ülke KARADAĞ.


İşkodra gölü


Arnavutluk sınır kapısına varıyoruz. Kapıda memurlara hediyeler veriliyor. Pasaport göstermemize gerek bile kalmadan Arnavutluk kapısından geçiyoruz. Karadağ gümrük kapısında bir müddet işlemler için bekledikten sonra  saat 20.00 gibi Karadağ topraklarına giriyoruz.