25 Ekim 2019 Cuma

DEYRULZAFARAN MANASTIRI - MARDİN


DEYRULZAFARAN MANASTIRI


Mardin’in 4 kilometre doğusunda, Mardin Ovasına hakim bir noktada. Üç kattan oluşan Manastır, 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuş.


Deyrulzafaran Manastırı



Deyrulzafaran Manastırı
Manastır, M.Ö. Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanılan bir kompleks üzerine inşa edilmiş. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun bazı azizlerin kemiklerini buraya getirterek kaleyi manastıra çevirmiş.


Bu nedenle Manastır, önceleri Mor Şleymun Manastırı olarak biliniyormuş. Mardin ve Kefertüth Metropoliti Aziz Hananyo’nun 793 yılından başlayarak büyük bir tadilat yapmasından sonra Manastır onun adıyla, Mor Hananyo Manastırı olarak anılmaya başlanmış. 15. yüzyıldan sonra da Manastır’ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Deyrulzafaran (Safran Manastırı) adı ile anılmaya başlanmış. 

Kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekanlardaki taş nakışları ile insanın ilgisini çeken Deyrulzafaran Manastırı, uzun tarihi boyunca Süryani Kilisesi’nin dini eğitim merkezlerinden biri olmuş. Bölgeye ilk matbaayı getiren de yine bu Manastır’da patriklik yapan ve 1895’te vefat eden 4. Petrus olmuş. 1874 yılında İngiltere’ye yaptığı bir ziyaret sırasında satın aldığı matbaayı 1876 yılında Manastır’a getirtmiş. Matbaada 1969 yılına kadar başta Süryanice olmak üzere Arapça, Osmanlıca ve Türkçe kitaplar Basılmış. 1953’e kadar bir de Öz Hikmet adında aylık bir dergi basılıyormuş. Bu gün matbaadan geriye kalan parçaların bir kısmı Manastır’da, diğer bir kısmı da Mardin’deki Kırklar Kilisesi’nde sergilenmekte. Manastır bugün de Süryani Kilisesi’nin önemli dini merkezlerinden biri durumundaymış. Mardin Metropoliti’nin ikametgahı olan Deyrulzafaran Manastırı, dünyanın dört bir yanına dağılmış Süryaniler tarafından dua ve bereket almak için ziyaret ediliyormuş. Bugün manastır aynı zamanda binlerce yerli ve yabancı turisin uğrak yeri durumunda. Manastıra girişler ücretli. Gruplar halinde manastır Süryani görevliler tarafından gezdiriliyor ve mekanlar hakkında bilgi veriliyor. İçerideki grup çıkıncaya kadar bir müddet bekliyoruz. Bu arada meşhur Zaferan çayından içip Hurmalı kurabiyelerinden yiyiyoruz. Manastırın bahçesinde safran yetiştiriliyormuş. Yerini görüyoruz ama mevsimi olmadığı için bitkisini göremiyoruz.


Sonra biletlerimizi alıp rehber eşliğinde manastırı geziyoruz. Manastırda ayin yapılan yerleri, matbaa makinesini,mezarların bulunduğu bölümleri rehber eşliğinde dolaşıyoruz.







Deyrzaferan Manastırı'nı dolaştıktan sonra Dara Antik Kenti’ne gidiyoruz.

MARDİN


MARDİN




Mardin birçok farklı dil, din ve kültür mozaiğiyle farklı tarihi süreçlerden geçmiş bir ilimiz. Kuzey Mezopotamya’nın önemli bir kenti olan Mardin, birçok medeniyetin merkezi olmuş. Akadlar, Babil Dönemi, Mitanni Ve Huri Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu gibi. Miladi 641yılında da Araplar tarafından fethedilen Mardin Kenti, Mekke’deki Halifeliğe bağlanmış. Emevi Halifesi Damaskus (Şam)’a taşınınca, Mardin genel valiler tarafından yönetilen bir kent olmuş. Miladi 750’ye doğru Abbasiler Emevilerin yerini alınca Mardin Abbasilere bağlı bir kent olmuş. Hamdaniler, Selçuklular, Zengiler, Artuklular Mardinde hüküm sürmüş. Bir dönem Cengiz Han’ın Torununun Kurduğu İlhanlıların eline geçmiş. Bir dönem de Timurlenk ele geçirmiş ve şehri yakmış yıkmış. Karakoyunlu Dönemi, Akkoyunlu Dönemi, Safaviler Döneminden sonra nihayet Mardin Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Osmanlı topraklarına dahil edilmiş. Onun için Mardin kadim bir şehir. Orada birçok medeniyetin izlerini görmek mümkün. Bugün ülkemizde yaşayan Süryani vatandaşların büyük bir çoğunluğu Mardin’de yaşıyor. Onun için Mardin’e gidiyor olmak bizi heyecanlandırdı. Hatta gitmeden önce Süryanilik üzerinde epey bir araştırma da yaptım.

Nihayet Viranşehir, Kızıltepe üzerinden akşam Mardin’e varıyoruz. Furkan’ın önceden rezervasyon yaptırdığı Artuklu Kervansaray otelimize yerleşiyoruz.

Mardin
Artuklu Kervansaray  Oteli

1275 yılında Artuklu Döneminde kervansaray olarak yapılmış olan Artuklu Kervansarayı, Cumhuriyet’ten önce okul olarak kullanılmış sonraki yıllarda Mungan ailesi ve daha sonra da çeşitli aileler tarafından sahiplenilmiştir. Bir dönem Hisar Binası (Tekel) olarak hizmet vermiş ve en son ekmek fırını olarak kullanılmıştır. 2003 yılında otel haline getirilen bina 2005 yılından itibaren otel olarak hizmet vermeye başlamış. 

Kervansarayı gezmeyi daha sonraya bırakarak fazla vakit kaybetmeden akşam şehir turumuza çıkıyoruz. Mardin’in ana caddesinde biraz yürüyoruz.Mardin Ulu camiinde akşam namazımızı kılıp sonra Mezopotamya Ovasına bakan bir terasta yemeğimizi yiyip , çayımızı içiyoruz.Bir müddet manzarayı seyrettikten sonra yatsı namazını da otelde kılmak niyetiyle otelin yolunu tutuyoruz.

Mardin Ulu Camii
Mardin Ulu Camii
Mardin Ulu Camii
09.07.2019 Salı. Sabah otelden çıkıp en yakın noktadan Mardin turumuza başlıyoruz. Otelin üst tarafına biraz tırmanıyorunz. Önce Hatûniye Medresesini geziyoruz. Hatuniye Medresesi’nin diğer ismi Sitti Radviyye Medresesi’ymiş. Mimarisi açısından eyvanlı medreselerin öncü örneklerinden biri olarak kabul edilen medrese, 1176/7-1184/5 yılları arasında yapılmış. Mihrabın yanındaki bir camekân içinde Hz. Muhammed’in ayak izi varmış ama biz göremedik. Medresenin kapısında şu bilgi veriliyor: Sitti Radviye Hatuniye Medresesi Kutbeddin İl Gazi'nin annesi adına Sitti Radviye cami ile aynı tarihte inşa ettirilmiştir. 12 yüzyıl Artuklu mimari özelliklerini taşır. iki katlı, iki eyvanlı, revaklı avlulu bir yapıdır. Cami içinde Hz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ait olduğu kabul gören ayak izi mevcuttur. Lahitler, bu yöredeki Artuklu eserlerinin en önemlilerinden biri olan bu medreseyi ayrıcalıklı bir konuma sokar.



Medreseden çıkıp biraz yukarıya yürüdüğümüzde sol tarafta Savurkapı Hamamı’nı görüyoruz. Hatuniye Medresesi’nin güneyinde bulunan hamamın medresenin inşa edildiği 1176/77 yılları civarında yapılmış olduğu tahmin ediliyor.


Biraz yukarıya çıkıp sola doğru yürüdüğümüzde “Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi”ne varıyoruz.

Sabancı Kent Müzesi

Müze,Mardin Savurkapı Mahallesi’ndeki eski Cumhuriyet Meydanında bulunmaktadır. Mardin Sabancı Kent Müzesi binasının kitabesi günümüze ulaşmadığı için tam olarak ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda yapının mimarı Mimarbaşı Lole olarak zikredilirken, bazı kaynaklarda da Mimarbaşı Cebrail Hekimyan ismi geçmektedir. 19 yy’ın sonlarına doğru Sultan II.Abdülhamit zamanında Hamidiye Alayları Süvari Kışlası olarak inşa edilen yapı, kışla binası olarak kullanıldıktan sonra, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden 2003 yılına kadar da Askerlik Şubesi ve Vergi Dairesi Binası olarak kullanılmıştır. 2007 yılında Sabancı Vakfı tarafından restore edilmeye başlanmış, 2009 yılında Sakıp Sabancı Mardin Kenti Müzesi ve Dilek Sabancı Sanat Galerisi olarak hizmete açılmıştır. 

İki katlı bir yapı olan Müze binasının zemin katı kışlanın ahır kısmını oluştururken, üst katta ise idare ve yatakhane amaçlı yapılmış bölüm bulunmaktadır. Yapıda tek süsleme unsuruna kuzey cephenin ortasına yerleştirilen giriş kapısında yer verilmiştir. Basık kemer açıklıklı giriş kapısı, derin olmayan dikdörtgen formda bir niş içersindedir. Kapıyı kuşatan kalın bordür içerisinde ve kapının üst kısmında oyma kabartma tekniği ile yapılmış süslemeler mevcuttur. Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi olarak hizmet veren binanın üst katında, Mardin Şehrinin kimliğini/belleğini oluşturan zanaatlar, yaşam alanları, sosyal yaşam ve kent tarihine ait buluntu ve eşyalar sergilenmektedir. Zanaatlar ve Mardin’in kimliğini oluşturan unsurların görsel ve işitsel materyallerle zenginleştirildiği sergi alanında Mardin hakkında bugüne kadar çıkmış olan bütün kitaplardan örnekler de bulmak mümkündür. Dilek Sabancı Sanat Galerisi olarak hizmet veren alt katta ise; fotoğraf, resim, ebru ve güncel sanata ait eserlerin sergileri, ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır. Kaynak: Mardin Valiliği, "Kent Haritası ve Şehir Planı", 2013

Sabancı Kent Müzesi 

Sabancı Kent Müzesi 

Sabancı Kent Müzesi 

Sabancı Kent Müzesi 

Sabancı Kent Müzesi 

Sabancı Kent Müzesi

Müzeyi gezip Olgunlaşma Enstitüsüne gitmek üzere Mardinin dar ve taş merdivenli yollarında batı istikametine doğru yola devam ediyoruz. Bir evin yanından geçerken iki katlı bir evin balkonundan bir kadın sesleniyor. 

-“Size bir şey sorabilirmiyim?” 

-“Tabii” diye cevap veriyoruz. 

-“Üfürme nedir? Biliyormusunuz?” Eşim cevap veriyor. “Benim bir arkadaşımın çocuğunda vardı. Kalpteki bir delikmiş. Genelde çocuklarda olurmuş ve büyüdüklerinde iyileşirmiş.” Kadın teşekkür ediyor ve çayını içmemiz için bizi evine davet ediyor. Biz teşekkür edip oradan ayrılıyoruz. Aramızda şöyle bir konuşma geçiyor. 

“Ne kadar misafirperverler. Hiç tanımadığı birilerini evine davet ediyor.” 

Az ileride evin önünde bozulmuş bir buzdolabını ev sahibi kadının da yardımıyla sırtına yüklemeye çalışan yaşlı bir adamı görüyoruz. Muhtemelen sokaklara araba girmediği için bozulan buzdolabını tamirciye götürecek. 

Biraz daha ilerlediğimizde bir belediye temizlik görevlisinin katırla geniş taş merdivenlerden yukarıya doğru çıktığını görüyoruz. Katırın insan gibi teker teker merdivenleri çıkışını hayretle izliyoruz. Mardin’le ilgili olarak, daha önce de temizlik işlerinde kullanılmak üzere kadrolu katırların olduğunu duymuştum. Kaleye doğru yollar oldukça dik ve dar genelde de merdiven şeklinde. Çoğu yerden herhangi bir araç geçmesi mümkün değil. Oralarda herhalde en iyi araç katırlar. Onlar da oldukça maharetli. Oralarda yürürken buralara altyapı hizmeti götürmenin de oldukça zor olduğunu düşündük.




Mardin evleri kesme taştan az katlı (iki kat) olarak yapılmış. Evlerin üstünde kale de her an tepelerine düşecekmiş gibi duruyor.




Navigasyon yardımıyla Tarihi Olgunlaşma Enstitüsüne varıyoruz. Enstitüdeki sergileri ve atölyeleri gezip az ilerideki Gazipaşa İlkokuluna geliyoruz. 

Mardin merkez Gazipaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılan binanın yapımına 1892 yılında Lole adında mimarbaşı tarafından başlanmış ve II. Meşrutiyet döneminde 1907 tarihinde Süryani Kadim Cemaatinden Cebbur adında zengin bir kişi tarafından ev olarak hizmete açılmıştır. Bina uzun yıllar ev amaçlı kullanılmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında eski Mardin Milletvekili Abdurrezzak ŞATANA tarafından bina 12.500 TL karşılığında satın alınmış, bir süre sonra da Özel İdare Müdürlüğü’ne 17.500 TL karşılığında satılmış. 1934 yılından beri bina Mardin Merkez Gazipaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılıyormuş. Maalesef binayı dışından görmekle yetindik. Müsaade edilmediği için içini gezemedik.

Olgunlaşma Enstitüsü ve Gazipaşa İlköğretim Okulu


Olgunlaşma Enstitüsü ve Gazipaşa İlköğretim Okulu


Olgunlaşma Enstitüsü ve Gazipaşa İlköğretim Okulu

Oradan Zinciriye (İsa Bey) Medresesi’ne gidiyoruz. 

Sultan İsa Medresesi Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih tarafından 1385 yılında yaptırılmış. İlk defa Mardin’de görülen Timur ve ordusu ile savaşmış olan Melik Necmeddin İsa, bir süre bu medresede hapsedilmiş. 

Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılan Sultan İsa Medresesi, Mardin kalesinin hemen altında iki katlı, görkemli bir yapı. Ortada bir avlu var.Avlunun kuzey duvarında kemerin altında bir de çeşmesi var. Batı tarafında türbe, doğu tarafında bir koridora açılan camisi var. İkinci katta ise medrese öğrencilerinin kaldıkları odalar. Biz önce türbeyi ziyaret ediyoruz. O esnada öğle ezanı okunmaya başlıyor. Mescitte cemaatla öğle namazımızı kılıyoruz. Cemaatte kız ve erkek öğrenciler de var. Namazdan sonra hoca efendi öğrencilere Kuran öğretmeye devam ediyor. Biz medresenin ikinci katına da çıkmak istiyoruz ancak çıkış kapısı kilitli olduğu için çıkamıyoruz.




Oradan biraz aşağıya doğru inip kültür sokağını geçip Kırklar Kilisesine, diğer adıyla Mor Behnam Kilisesi’ne geliyoruz. 

Mor Behnam, bir Süryani kilisesi. Mardin Süryanilerin yoğun olduğu bir ilimiz. Onun için Buraya gelmeden Süryanice ve Süryanilik hakkında da biraz araştırma yapmıştım.Süryaniler Ülkemizin sadık tebaasındandır. Onlarla iç içe yaşadığımız için inançlarını, örf ve adetlerini bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tabii biraz da ilahiyatçı kimliğim bunu gerektiriyor. 

Urfa bölgesinde yaşayan süryani halkının ana dili Süryanice’dir. I. ve II. Yüz yılda misyonerlik faaliyetleri sonucunda ipek yolu üzerinde olan Urfa’nın Hıristiyan hakimiyetine girmesi üzerine o gün dinsizlik kelimesiyle eş anlamlı olan “Âramî” adıyla karışmasın diye Hıristiyanlığı benimseyen Âramilere “Süryanî”, dillerine de Süryanice denilmiştir.Aramiler putperest idi. 

Rivayete göre Hz. İsa’nın dili Galile Âramicesi idi.İbn-i Hazma göre İlk Arapça konuşan kişi Hz. İsmail, İlk İbranice konuşan Hz.İshak, ilk Süryanice konuşan kişi de Hz. İbrahimdir. 

Süryanice Âramicenin bir lehçesidir. Süryaniler erken dönemde Antakya ve Urfa kiliselerini kurmuşlar. Sonra bunlara bağlı okullar açmışlar, bu okullarda çocuklarına felsefe, din, edebiyat ,müzik gibi alanlarda eğitimler vermişlerdir.Bu okulların en ünlüsü Urfa Akademisidir. O dönemde Mezopotamya’daki okulların sayısı elliyi bulmuştur. (İslam Ansiklopedisi) 

Süryaniler doğu Hıristiyan kiliseleri arasında yer alır.Ya’kubiler adıyla da bilinir.İtikadını Pavlos’un şekillendirdiği Ekümenik Antakya patrikhanesine mensupturlar.Hıristiyanlığın en kadim cemaatlerindendirler.İsa Mesihin tek (ilahi) tabiatının olduğuna inanırlar.467 yılından beri Süryani kiliselerinde okunan amentüleri şöyledir:”Bir Allah’a inanıyoruz.Cihanı tutan yerle göğü,görüleni ve görülmeyeni, yaratan bir Ata Allah’a ve bütün alemlerden önce nurdan nur,Hak Tanrı’dan Hak Tanrı doğan ve ancak yaratılmayan,cevher yönünden atasına eşit, Onunla her şeyin varlığa geldiği ve biz insanları kurtarmak için gökten inip Ruhulkudüs ve bakire Meryemden bedenleşip insan olan Pantoslu Platosu günlerinde bizim için haça gerilen elemlenip ölen, gömülüp ve istediği gibi üçüncü günde kıyam eden, göğe yükselip Ata Allah’ın sağında oturan ve dirilerle ölülerin büyük buluşmasına büyük izzetle gelecek ve melekûtuna son olmayacak Tanrı’nın biricik oğlu İsa Mesih bir Tanrı’ya: bir de peygamberlerde kutsal,genel ve resûlî bir kilisede konuşan,atadan çıkan, ata ve oğulla tapınılan ululanan bir Tanrı aziz ruha (Ruhulkuds) ve suçların affedilmesi için bir vaftize inanmakla ölülerin kalkmasını ve gelecek alemdeki yaşayışı da bekleriz.” 

Süryanilerde bunun dışında inanılması ve yerine getirilmesi gereken yedi şart vardır. Bunlar:vaftiz,morun yağı, komünyon, günahları itirafı,hasta yağlanması (Süryaniler ölmek üzere olan kişiye şifa bulması veya rahat bir şekilde ölüm anını yaşaması için “hasta yağı” denilen bitkilerle karıştırılmış, episkopos tarafından kutsanmış zeytinyağı sürerler ),ruhani takdis ve nikahtır. 

Suryani kilisesinde ibadetlerin başında namaz ve oruç gelir. Sloto denilen namaz Hz.İsa ve havarilerden kalmadır.Önceleri namaz günde üç vakit kılınırdı. Namazda zeburdan bazı ayetler okunur, ilahiler söylenirdi. Namaz bitince vaaz verilir , ayin yapılır, insanlar kominyondan tadıp birbirleriyle selamlaşarak ayrılırlardı.Kadınlar namazda en arka safta yer alırdı.Kadınlar günlük hayatta ve kilisede tesettüre riayet ederlerdi.Günümüzde bütün Süryani manastırlarında yedi vakit namaz kılınmaktadır. 

Süryanilerde namaz Sabah Namazı, Kuşluk Namazı, Öğle Namazı, İkindi Namazı, Akşam Namazı, Yatsı Namazı ve Gece Yarısı Namazı olmak üzere yedi vakittir . Bu namazlardan dördü ( sabah, öğle, akşam, gece yarısı ) mecburi (farz); üçü (kuşluk, yatsı, ikindi) mecburi değildir(sünnet). Sabah, öğle, ikindi kilisede topluca kılınır. Diğer namazlar kişisel olup, evde veya işyerinde kılınabilir . Kıble doğu’dur, namazlar Pazar ve bayram günleri dışında secdelidir. Namaz esnasında erkeklerin başı açık kadınların ise örtülü olması gerekmektedir . Süryanilerde namaz duaları, vakitlere göre değişmekle beraber namazların kılınışı aynıdır (Mardin Ve Çevresinde Süryaniler Zeynep Gül Küçük Yüksek Lisans Tezi) 

Hıristiyanlığın ilk asrında Süryanilerde oruç (savmo) da vardı. Kırk günlük büyük oruç İsa Mesih’ten kalmadır. Daha sonra buna birçok ilaveler daha yapmışlar ve en sonunda da perhize çevirmişler. 

Oruç yeme ve içmeden tamamen uzak durmak şeklinde olabileceği gibi, et ve diğer hayvansal gıdalar gibi belirli yiyecekleri yememek şeklinde de olabilir. Süryanilerde çeşitli zorluk ve uzunlukta birçok oruç vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür: Büyük Oruç: Şubat, Mart, Nisan aylarında tutulan Büyük Oruç kırk gündür. Elem Haftasının yedi günü eklenir toplam kırk sekiz gün olur . Hafif yemek yemeye cumartesi Pazar bile dikkat edilir. Bu sıkı oruç öğleye kadar sürer. Herhangi bir şey yemek hatta sigara içmek yasaktır. 

Havariler Orucu: Haziran başında perhiz olarak üç gün tutulur . 1946 yılına kadar süresi on gün olan bu orucun, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili yalnızca üç gün olmasını kararlaştırmıştır. 

Ninova Orucu: İlkbaharda, Şubat ayında tutulan üç günlük oruçtur. Sadece bu oruç, büyük oruç gibi, hem öğleye kadar orucu hem de perhizi ihtiva etmektedir. 

Meryem Ana Orucu: Ağustos ayının onundan on beşine kadar devam eden beş günlük perhizdir . 1946 yılına kadar süresi on beş gün tutulan bu oruç, 1946 yılında toplanan III. Humus Konsili’nde beş güne indirilmiştir . 

Noel Orucu: İsa’nın doğuş bayramı orucu olan Noel Orucu, Aralık ayının on beşinden yirmi beşine kadar on gündür . 1946 yılına kadar yirmi beş gün idi. 1946 yılındaki III. Humus Konsili on gün olmasını kararlaştırmıştır . Bu oruçlardan Büyük Oruç ve Ninova Orucu hem perhiz hem de oruç olarak tutulur, diğerleri sadece perhizdir. (Mardin Ve Çevresinde Süryaniler Zeynep Gül Küçük Yüksek Lisans Tezi) 

Ondalık :Süryani Ortodoks Kilisesinde, zekât tabiri kullanılmaz. Bunun yerine ondalık ve sadaka kavramları kullanılır. Ondalık, kilisenin masraflarını karşılamak, Allah’ın ve cemaatin hizmetine kendini vakfetmiş ruhani ve diğer müstahdemlerin geçimini sağlamak üzere gönüllü olarak verilmesi gerekli olan yardım ve hediyedir. (Mardin Ve Çevresinde Süryaniler Zeynep Gül Küçük Yüksek Lisans Tezi) 

Kutsal Ziyaret :Süryani Ortodoks Kilisesinde, zekât tabiri kullanılmadığı gibi hac tabiri de kullanılmaz. Bunun yerine “Sourutho Kadişto” (Kutsal Ziyaret) tabiri kullanılır Hacı olana da “Makedşoyo” (Kutsanmış) tabiri kullanılır. Kilisede kutsal ziyaret töresi, ilk çağlardan beri, zorunlu olmayıp ihtiyaridir. Yediden yetmişe herkes, Kudüs’ü ziyaret edip Makedşoyo olabilir. Ancak pratikte, genelde orta yaşın üstünde olanlar gitmektedir. Daima Paskalya Bayramı’ndan bir hafta önce gidilir. Elem Haftası’nda ve Paskalya Bayramı’nda mutlaka orada bulunulması şarttır(Mardin Ve Çevresinde Süryaniler Zeynep Gül Küçük Yüksek Lisans Tezi) 

Süryanilerde ruhanilik Episkoposluk, Papazlık, Diyakosluk olmak üzere üçe ayrılır. Bu sınıflar da kendi içinde şu şekilde rütbelere ayrılır. Patriklik, Catliklik (Mafiryanlık), Metropolit, Papazlık, Diyakosluk, Okuyucu (Koruyo): 

Günümüzde Süryaniler yaklaşık olarak 210. 000 nüfusa sahiptirler 

Almanyada :70.000 

İsveçte: 55.000 

ABD’de :40.000 

Hollandada :15.000 

Arjantinde : 6.000 

Avustralyada: 4.000 

Brezilyada : 4.000 

Avusturyada : 3.000 

Türkiyede ise 18.000 civarında Süryani bulunmaktadır. Bunların yaklaşık 15.000’i İstanbulda,3.000’i de Mardin Midyat bölgesinde yaşamaktadır. 

İstanbul, Mardin, Midyat ve Adıyamanda dört Metropolitlik merkezi bulunmaktadır. 

Faal iki manastır bulunmaktadır Bunlardan biri Mardindeki Deyrüzzafaran Manastırı, diğeri de Midyattaki Morgabriel Manastırıdır. Bu manastırlarda dini eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Patriklik merkezi ise Şam’dadır. Biz de inşallah bu gezimizde bu iki Manastırı da gezmeyi planlıyoruz. 



Süryaniler ,Halit b. Velid kumandasındaki İslam ordusunun Yermükte Bizanslıları yenerek bölgeye hakim olmalarına çok sevinmişlerdi. Yermuk savaşı Hz. Ebubekrin Halifeliği döneminde M.636 yılında yapıldı.12 Receb 15 (20 Ağustos 636) tarihinde cereyan eden savaşta Bizans ordusu ağır bir yenilgiye uğradı; başkumandan Theodoros ve çok sayıda asker öldürüldü, sağ kalanlar Filistin, Antakya, Halep, el-Cezîre ve İrmîniye taraflarına kaçtı. Çünkü yıllarca Roma Katolik ve Bizans Ortadoks kiliselerinin baskı ve takiplerine maruz kalmışlardı. Müslümanlar onların her türlü emniyetini sağlamış ve özgürlüklerini vermişlerdi.Müslümanların yönetiminden o kadar hoşnut olmuşlar ki,975 yılında suriyenin kısa bir müddet Bizanslıların hakimiyetine geçmesiyle birlikte patriklik merkezini Müslümanların hakimiyetindeki Malatya’ya taşımışlardır. Bu güven ortamı Selçuklu ve Osmanlılar döneminde de devam etmiştir.( İslam Ansiklopedisinden özetle) 


Mor Behnam ile kız kardeşi Saro adına yapılan ve şu anda Kırklar Kilisesi olarak tanınan kilise 6. yüzyılın ortalarında yapılmış. 1293’te Mardin Süryani Kadim Patriklik Merkezi olduktan sonra halkın ruhani ve idari işleri bu kiliseden idare edilmeye başlamış. Kilise şu anda da aktif durumda. Kilisenin görevlisi Edip Bardavid bize kilise, kilisedeki ibadetler ve Süryanilik hakkında bilgi veriyor. Kendisine Süryanilikte de namaz,oruç, zekat, hac gibi ibadetlerin olduğunu, bu konuda İslamiyetten etkilenmiş olma ihtimallerinin olup olmadığını soruyorum. O da Hıristiyanlıktan önceki Aramilerin dinlerinden etkilenmiş olabileceğini ama İslamdan etkilenmediklerini söylüyor. Ayrıca devletin kiliselerinin yapımında kendilerine yardım etmediğini de söylüyor. Edip Beye teşekkür edip oradan ayrılıyoruz. Geldiğimiz yoldaki Kültür sokağı’na geliyoruz.

Mor Behnam ve  kız kardeşi Saro Kırklar Kilisesi

Mor Behnam ve  kız kardeşi Saro Kırklar Kilisesi

Mor Behnam ve  kız kardeşi Saro Kırklar Kilisesi
Kültür sokağı’nın iki yanında da tarihi Mardin evleri restore edilmiş kafeterya gibi hizmet veriyor. Alt tarafta Telkari işi yapan atölyeden telkari işi yüzük alıp Mardin Müzesine geçiyoruz.

Kültür sokağı

Kültür sokağı
Müze binası, 1895 yılında Antakya Patriği İgnatios Behnam Banni tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılmış. Uzun bir süre dini amaçlı hizmet veren yapı, daha sonraları askeri garnizon, çeşitli siyasi partilerin merkezi, kooperatif binası, sağlık ocağı ve polis karakolu olarak kullanılmış. Bina’yı Süryani Katolik Vakfından satın alan Kültür Bakanlığı restorasyon yapmış, 2000 yılında Mardin Müzesi’ni Zinciriye Medresesi’nden alarak bu binaya taşımış. 1947 yılından beri hizmet veren Mardin Müzesinde, Paleolitik Çağdan MS 19.yy’a kadar olan dönemleri kapsayan buluntular sergilenmektedir. Müzeyi de gezip oradan kapalı çarşılara ve Ulu Camiye iniyoruz.

Mardin Müzesi

Mardin Müzesi
Artuklu Dönemi mimari örneklerinden, kubbesi ve minaresiyle Mardin’in sembolü olan Mardin Ulu Cami 12. yüzyıl Artuklu Dönemi mimarisinin temel özelliklerini yansıtır. Yapının malzemesi düzgün kesme taştır. Ulu Cami’nin kubbesi dıştan yivleme tekniğiyle yapılmıştır. Caminin dikdörtgen avlusu kuzeyinde kalıyor.Caminin minaresi doğuda. Aslında batıda da bir minaresi daha olduğu ve bunun da Timur’un işgali sırasında yıkıldığı söylenmektedir. Bugünkü tek minare muhteşem görünüyor. Cami gerçekten ulu bir cami ve Artuklu dönemi camilerinin bütün özelliklerini yansıtıyor.Camide ilk gün akşam namazını da kılmıştık. Ertesi gün gündüz gözüyle bir kere daha gezip görüyoruz.

Mardin Ulu Cami

Mardin Ulu Cami

Mardin Ulu Cami
Kapalı çarşıları Bakırcılar çarşısını dolaştıktan sonra otelimize gidip arabamızı alıp 

Deyrulzafaran Manastırı’na gidiyoruz. 

10.07.2019-Çarşamba Mardin Artuklu Kervansarayından ayrılıyoruz. Mardin’den ayrılmadan önce Kasımiye Medresesine gidiyoruz.



Kasımiye Medresesi’ne Mardin’in güneybatısındaki Mardin Şehir Stadyumunu geçtikten sonra İtfaiye garajından sağa saparak 250 metre gittikten sonra ulaşıyoruz. Medrese’nin bulunduğu alana giden

23 Ekim 2019 Çarşamba

ŞANLIURFA


ŞANLIURFA




Halfeti’den Şanlıurfa’ya geliyoruz. Furkanlar bizi öğretmenevinde bırakıp kalacakları köşke gidiyorlar. Eşyalarımızı yerleştirip Öğretmenevinin karşısındaki lokantada menemen yiyiyoruz. Çok acıktığımız için mi bilmiyorum ama hala tadı damağımızda. O gece Şanlıurfa’da öğretmen evinde kalıyoruz.

Öğretmen evinin balkonundan Şanlıurfa Manzarası

07 Temmuz 2019 Sabah Şanlıurfa öğretmen evinde kahvaltıdan sonra Furkan'lar geliyor. Önce Eyüp peygamberin makamına gidiyoruz.

Hz. Eyyub Camii ve Mağarası


Caminin bahçesinde Hz. Eyyub (a.s.) ile ilgili şu bilgi verilmiş: 

Sabır Örneği ve İman Peygamberi HZ. EYYUB (A.S.) “Allaha çok tevbe ettiği için “EYYUB” ismi verilen Hz. Eyyub (a.s.)milattan 8 asır önce yaşamıştır.Hz. Eyyub Hz. İbrahim (a.s.)ın neslinden olup Hz. Yakub’un yeğenidir. Annesi ise Hz. Lut’un kızıdır.Filistin veya Mezopotamya’da dünyaya gelmiştir. Cenabı Hak, onu zenginlik, mal ve evlat çokluğuyla imtihan etti. Daha sonra ona hastalıklar musallat oldu.Hastalıklar Allaha ibadetini engellemeye başlayınca Hz. Eyyub (a.s.)Rabb-i Rahimine şöyle niyaz etti: وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ ”Başıma bu dert geldi.Ama sen merhametlilerin en üstünüsün .” (Enbiya suresi, 83. Ayet) Allah-ü Teala duasına şöyle cevap verdi: 

اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ “Ayağını yere vur.İşte! yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su. “ (Sad suresi,42. Ayet) 

Suyu içen Eyyub (a.s.) sağlığına, eski kuvvetine kavuştu. İyileştikten sonra uzun bir süre yaşadı. Allah-ü Teala ona yeniden zenginlik ve evlat verdi. Hz. Eyyub (a.s) hastalığı süresince bu mağarada yedi yıl uzlete çekildiği rivayet olunur.Peygamberler, insanların kurtuluşuna vesile olsunlar diye Allah-ü Teala’nın seçtiği yüce insanlardır. Bizlere düşen görev de o yüce peygamberlerin hayatlarını okumak,örnek alıp hayatımıza tatbik etmektir. Allah bizleri peygamberlerin şefaatinden mahrum etmesin. Amin.” 

Eyüp peygamber hastalandığında eşiyle birlikte inzivaya çekildiği mağaraya giriyoruz. Mağaranın üzerine türbe yapılmış. Türbenin kapısında: 

اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ “İnna vecednahü sabiran, ni’melabdü,innehü evvab” ‘Gerçekten biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Gerçekten O hakka yönelendi.’( Sad suresi 44) 

ayeti yazılmış. Altına da:”Hz. Eyyub (A.S.) Sabır Makamı” yazılmış. İçerida mağaraya giden kapının üzerinde de: وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ “Ve eyyübu iz nada rabbehü enni messeniyeddurru ve ente erhamurrahimin” (Enbiya suresi, 83. Ayet) ‘Alahım dert vücudumu istila etmektedir sen esirgeyenlerin esirgeyicisisin’ Altında da “Edeple giren lütufla döner” yazılmış.

Hz.Eyyub Mağarası
Oradan kuyuya gidiyoruz. Kuyunun üzerinde de: وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ “(Resülüm) kulumuz Eyyubu da an o rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi” diye seslenmişti. اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su (dedik). (Sad suresi ayet 41-42) yazılı. Kuyunun yanında şu bilgi verilmiş: “Allah-u Tealâ Eyyub (a.s)’a bu sudan içip yıkanmasını ve şifa bulması için bu kuyudan su çıkarmıştır. Hz. Eyyub (a.s.)’ın bu kuyunun suyu ile şifa bulduğu rivayet edilir. Şimdi ise şifalı su Sabır Makamının kuzeyindeki musluklardan akmaktadır.” Biz de o sudan şifa temennisi ile içip şişelerimizi de dolduruyoruz. Burası, türbesi , camisi ve diğer müştemilatı ile büyük bir külliye.

Hz. Eyyub Kuyusu ve Şifalı Su Çeşmesi
Oradan ayrılıp, surların etrafından dolaşıp balıklı göl platosuna geliyoruz. Bütün bu tarihi mekanların içerisinde bulunduğu Plato, park gibi düzenlenmiş. İçerisinde kafeteryalar, tarihi eşya satan mekanlar, büfeler, oturup dinlenilecek yerler bulunuyor. Parktaki bir kitabede balıklı göl platosu ile ilgili şu bilgi veriliyor:”Hz. İbrahim (a.s.) makamları,Hz. İbrahimin doğduğu Mevlüt Halil Mağarası,Ateşe atıldığı Halil-ür Rahman Gölü,Ayn-ı Zelİha Gölü ile Kale ve Tarihi mekanların bütünleştirilmesi ve korunması için Dergah ve BalıkIıgöl Kent Platosu Çevre Düzenleme Projesi ve uygulaması 1993-1997 yılları arasında Şanlıurfa Valiliği ve ŞURKAV tarafından Yaptırılmıştır.Proje Mimarı Merih KARAASLAN


Kemerli bir kapıdan geçip balıklı gölün yanından Hz. İbrahim’in ateşe düştüğü makama doğru ilerliyoruz. Ortadaki büyük kemerli kapının üzerinde Arapça olarak besmele ve altında da : قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ “Kulna ya naru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm” “Ey ateş İbrahim üzerine serin ve selamet ol” (Kuran-ı Kerim Enbiya suresi Ayet 69) yazılı.

Hz. İbrahim (a.s.)’ın ateşe düştüğü makam

Makamın yanındaki mescid onarıma alınmış Mesidi geçince Hz. İbrahim (a.s.)’ın ateşe düştüğü makamdaki duvarda şu yazıyı görüyoruz:

“HZ. İBRAHİM (A.S.)’IN ATEŞE ATILDIĞINDA DÜŞTÜĞÜ MAKAM
Hz.İbrahim (a.s.) Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, onları kırıp parçalamaya başlayınca Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atıldı.
Allah (c.c.) tarafından ateşe:
“Ey ateş İbrahim üzerine serin ve selamet ol” (Kuran-ı Kerim Enbiya suresi, Ayet 69) emri verlince rivayete göre ateş su, odunlar da balık oldu.
Hz. İbrahim (a.s.) güllerden bir gül bahçesinin içine düştü.”

Balıklı göl ile ilgili de şu açıklama konulmuş:

HALİL’ÜR –RAHMAN GÖLÜ
(BALIKLI GÖL)
M.Ö. 2000 yıllarında yaşayan Hz. İbrahim (a.s.) , dönemin Urfa Kralı Nemrut Bin Kenan’ın ilahlığını reddedip, tapındıkları putları kırınca Kur’an-ı Kerimde Enbiya suresi 68. Ayetinde belirtildiği üzere Onlar: “Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin” dediler. Şu anki gölün bulunduğu alanda büyük bir meydan ateşi yakılmış. Alana hakim bir tepe olan Damlacık dağından yani Urfa Kalesinin bulunduğu yerden ateşe atılmış, Kur’an-ı Kerimde Enbiya suresin 69. Ayetinde belirtildiği üzere “Biz de dedik ki: “Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” emri gereğince ateş, serin ve selamet olmuştur.
Rivayete göre, ateş su, odunlar ise balık olur. Hz. İbrahim (a.s.)’ın  salimen düştüğü yerde bu göl oluşur  ve etrafı ise gül bahçesine dönüşür. Göl içerisindeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilmekte ve yenilmemektedir.”

Balıklıgöl, 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde, derinliği de 3-5 metre civarında. İçinde efsanelere konu olan sazan türü balıklar bulunuyor.

Balıklı Göl

Gölün karşı kıyısına geçip yolumuza devam ediyoruz. Orada Rızvaniye camiinin avlusunda tarihi mekanlarda hediyelik eşya yapıp satanları görüyoruz. Biz de o yöreye mahsus puşi ve taç satın alıp Rızvaniye camiini geziyoruz. Rızvaniye Camii ve avlusundaki “U” biçiminde medrese 1736 yılında Rakka valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış.

Rızvaniye Camii ve avlusundaki “U” biçiminde medrese
Oradan yukarıya kaleye doğru yürüdüğümüzde Halil-ür Rahman Gölü'nün hemen güneyinde, Urfa Kalesinin önünde “Ayn’el-Zeliha” (Zeliha Gölü veya Pınarı veya Zelihanın göz yaşları) gölünü görüyoruz. Ayn’el-Zeliha,150m2 alanı bulunan bir göl. Rivayetlere göre, Nemrutun kızı Zeliha Hz. İbrahie aşıktır ve onun dinine inanmıştır.Hz İbrahim ateşe atılacağı zaman Zeliha, Hz. İbrahim’in dinine iman ettiğini söyleyince, babası tarafından ateşe atılır veya kendisini kaleden ateşe atar. Zeliha yanarak can verir. Daha sonra, Zeliha'nın düştüğü yerde bir göl oluşur. Bu göle de Aynzeliha (Zeliha Gölü veya Pınarı) adı verilir. Diğer bir rivayette ise Zeliha'nın göz yaşlarından oluştuğu için ve arapçada göz yaşı anlamına gelen "Aynzeliha" adı verilmiştir. Halk inanışlarında göl veya göldeki balıklar kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların öleceği, yada başına bela geleceğine inanılır. Gölün içerisinde ise iki tane kayık bulunmakta. Gelenler, istediği taktirde kayıkla küçük bir tur atabilmektedirler.

“Ayn’el-Zeliha” Zeliha Gölü
Oradan kaleye doğru yolumuza devam ediyoruz, ancak yolda kalenin kapalı olduğunu öğreniyoruz. Duyduğumuza göre birisi selfi çekerken düşüp ölmüş. Onun için kaleye çıkış yasaklanmış. Biz yolumuza devam edip merdivenlerden kale kapısına kadar çıkıyoruz. Oradan Şanlıurfa’nın ve (Dergah) Mevlid-i Halil Camii’nin fotoğrafını çekip geri dönüyoruz.

Mevlid-i Halil  Camii ve Şanlıurfa Kalesi
İnerken yol üzerindeki bir kafeteryanın mağarasına girip orada Mırra içiyoruz.



Daha sonra da Hz. İbrahim’in doğduğu Mevlid-i Halil Mağarası’na iniyoruz.Oradaki bir yazıda Mevlid-i Halil Mağarası ile ilgili şu bilgi veriliyor: 

MEVLİD-İ HALİL MAĞARASI 

Mevlid “Kutlu Doğum” demektir.Hz. İbrahim Peygamberin bu mağarada doğduğuna inanıldığından, mağaraya Mevlid-i Halil mağarası adı verilmiştir. İnanışa göre; Kâhinleri Kral Nemrut’a, dinini ve tahtını yıkacak bir çocuğun haberini verdiklerinde, Nemrut, oyıl doğacak olan bütün çocukların öldürülmesini emreder. Bu sırada hamile olduğunu anlayan Hzz. İbrahimin annesi Nuna Hatun, bir müddet hamileliğini gizledikten sonra, doğum günü yaklaşınca gzlice bu mağaraya sığınır ve Hz. İbrahimi burada dünyaya getirir. Doğum sonrası her gün gizlice gelerek O’nu emzirir Yine bazı rivayetlere göre; Allah’ın emriyle bir ceylanın her gün mağaraya gelip mucizevi bir şekilde Hz. İbrahim’i emzirdiği, 15 ay kaldığı mağarada ise 15 yaşındaki bir genç görünümü aldığı söylenmektedir.

Mevlid-i Halil Mağarası
Eğilerek mağaraya giriyoruz. Mağaranın içinde bir de su var. O sunun kutsallığına inanılıyor. Zemzem suyu gibi olduğu söyleniyor. Biz de o sudan alıp şifa niyetine içiyoruz. Sonra Halil’ür-Rahman camiinde öğle namazımızı kılıp, yakınındaki kapalı çarşıyı geziyoruz.

Mevlid-i Halil Mağarasının içi

Halil’ür-Rahman camii
Halil’ür-Rahman camii
Şanlıurfa’nın Baharatlarından İsot ve sumak ekşisi alıyoruz. Gezmeye bir mola verip Şanlıurfa’nın kebabından ve ciğerinden yiyiyoruz.


Sonra kaldığımız yerden gezmeye devam ediyoruz. Eski Ömeriye Camii, Müderris Camii, Hacı Lütfullah Camii ve oradan İbrahim Tatlıses müzesine gidiyoruz.


Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Web sayfasında verilen bilgiye göre; bir zamanlar Şanlıurfa müziğin kalbinin attığı Harrankapı'daki 'Yasin'in Kahvesi' Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırarak restore edilir ve "Müzik Müzesi"ne dönüştürülür. Müzik müzesine İbrahim Tatlıses'in ismi verilir.25 Eylül 2011 tarihinde açılışı yapılan İbrahim Tatlıses Müzik Müzesinde, Şanlıurfalı sanatçılar yanında günümüzde sanat hayatına devam eden sanatçılar ile vefat eden sanatçıların da mumdan yapılmış heykelleri sergileniyor. Müzede geçmişten günümüze çalgı aletleri, sanatçıların fotoğrafları ve onların hayatını anlatan yazılar ve İbrahim Tatlıses’in sahnede giydiği kostümler de sergileniyor.




Oradan Urfa Kent Müzesine gidiyoruz.

Yine Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Web sayfasında verilen bilgiye göre; Urfa şehir surlarının Beykapısı mevkiindeki bu kule, Haçlı Kontluğu döneminde inşa edilmiştir. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde kapı ağalığı Mahmutoğlu ailesine verildiğinden onların ismiyle tanınmıştır… Uzun bir süre yapı kendi kaderine terk edildikten sonra 2008 yılında Şanlıurfa Belediyesi tarafından satın alınmış ve “Kent Müzesi” olarak kullanılmak amacıyla restore edilmiştir. Kent Müzesi içerisinde girişte kronolojik olarak Urfa tarihi yer alıyor. Ayrıca kentin maketi, geçmişten günümüze kullanılan el aletleri, müzik aletleri, mutfak araç - gereçleri, geleneksel giysiler, el sanatlarına ilişkin malzemeler de sergileniyor. Tarihten günümüze birçok bilgi ve belgenin yer aldığı müze oldukça zengin. Mutlaka görülmeli.



Ardından Şanlıurfa Arkeoloji ve Haleplibahçe Mozaik Müzelerini geziyoruz.Eyyubiye kaymakamlığının ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin Web sayfalarında verilen bilgiye göre: 60 bin dönümlük arazi üzerinde yapılan üç katlı Arkeoloji Müzesi, 29 bin m²’lik kapalı alana sahiptir. Haleplibahçe'de ortaya çıkan mozaiklerin sergilendiği " Mozaik Müzesi" ise 5 Bin m²’lik alana sahiptir. Bu iki müze arasında da deneysel arkeolojik çalışmaların da yapılabileceği Arkeopark bulunmaktadır.

Projesi’nin temeli Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2012 yılında atılmış, 24 Mayıs 2015 tarihinde de ziyarete açılmıştır. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi içerisinde 14 adet ana sergi salonu ve 33 adet canlandırma alanı bulunmaktadır. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi depolarında bulunan yaklaşık 65.000 eserden 5000 eser hâlihazırda sergiye çıkarılmıştır. Müze sergi salonlarında kronolojik olarak önce Paleolitik Döneme ait yüzey buluntuları ve canlandırmalar, Neolitik Döneme tarihlenen İnsan boyutlarında yapılmış dünyanın en eski heykeli "Balıklıgöl Adamı", Dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe kazı buluntuları ve canlandırmaları, Nevali Çori Tapınağı, Kalkolitik, Tunç, Demir, Helenistik, Roma, Bizans ve İslami dönemlerine ait en önemli eserler sergilenmektedir. Müze içerisindeki sergi salonları kronolojik bir sıra içerisinde canlandırmalarla birlikte ziyaretçiye sunulmuştur.

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Arkeoloji Müzesinden çıkıp Haleplibahçe Mozaik Müzesine doğru yürüyoruz. 

Mozaik Müzesi, Şanlıurfa Belediyesi'nin alt yapı çalışmaları sırasında bulunmuş. Daha sonra yapılan arkeolojik kazılarla tamamı gün yüzüne çıkarılmış. Mozaiklerin bulunduğu alan, Roma villalarını içine alacak şekilde inşa edilmiş. Haleplibahçe Mozaik Müzesi, mitolojide ismi geçen kadın savaşçı Amazonların tasvir edildiği tek mozaiğe de ev sahipliği yapılıyor. Mozaikler, Amazon kadınlarının av sahnelerini, bazı hayvanları ve kişileri tasvir etmektedir. Savaşçı Amazon Kraliçelerinin anlatıldığı mozaikler, dünyanın ilk örneklerinden kabul edilmektedir. Mozaik tekniğinden, sanatından ve 4 milimetre kare ebadında Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılmasından dolayı uzmanlarca dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlamaktadır.

Haleplibahçe Mozaik Müzesi
Haleplibahçe Mozaik Müzesi
Haleplibahçe Mozaik Müzesi
Müze gezimizi tamamlayıp bahçeden karşıdaki mağaraların fotoğrafını çektikten sonra sıra gecesine gitmek üzere ayrılıyoruz.

Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve bahçesi
Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve bahçesi

Şanlıurfa’ya gelip de sıra gecesine gitmemek olmaz. Akşam sıra gecesine gidiyoruz. Furkan önceden rezervasyon yaptırmış. Tarihi bir yapıda yerlerimize oturuyoruz.Salon yavaş yavaş doluyor, saz ekibi yerlerini alıyor ve garsonlar servise başlıyor.Biz de bu arada tarihi Ulu Camiye akşam namazımızı kılmaya gidiyoruz.Sıra gecesine katılacağımız mekan Ulu camiye çok yakın.

Ulu Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesinde bulunuyor. Şanlıurfa Valiliğinin Web sitesinde verilen bilgiye göre "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan eski bir kilisenin yerine inşa edilmiş. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 tarihlerinde onarım görmüştür. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid’ül- Hamra (Kırmızı Mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Urfa Ulu Camii'nde bulunmaktadır. Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya bırakılmıştır. Bu nedenle caminin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir. 

Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir. Kızıl Kiliseye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidî Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri'nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiştir. Cami, 2010-2011 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.

Şanlıurfa Ulu Camii ve minaresi
Şanlıurfa Ulu Camii
Şanlıurfa Ulu Camii ve minaresi
Namazdan sonra mekandaki yerlerimize oturuyoruz. Saz ekibi yöresel türkülerden başlıyor. Sonra istek faslına geçiliyor. Furkan bir istekte bulunuyor. Solist gelip yanımıza oturuyor. Az ileride Halil Necipoğlu var. Solist türküsünü bitirince onun yanına gidiyor ve onu takdim ediyor. Halil Necipoğlu da bunu karşılıksız bırakmıyor. Ardından türküler eşliğinde çiğköfte yoğruluyor. Çiğköftemizi de yiyip ayrılırken Halil NECİPOĞLU’yla ayak üstü tanışıp sohbet ediyoruz.

Şanlıurfa sıra gecesi
Şanlıurfa sıra gecesi
Şanlıurfa sıra gecesi
Furkanlar bizi öğretmen evine bırakıp kendi kaldıkları konağa gidiyorlar. Onlar rezervasyonu önceden yaptırdıklarından bizim onların kaldığı yerde kalma imkanımız olmamış onun için Urfa’da ayrı yerlerde kalmıştık.

Bu gece Şanlıurfa’daki son gecemiz. Peygamberler şehri Urfa’da unutamayacağımız dolu dolu iki gün geçiriyoruz.Daha gezilecek çok yerin olduğunu biliyoruz.Ama burası için ayırdığımız sürenin sonuna geliyoruz. Sabah Göbeklitepe ve Harran’ı da gezip Şanlıurfa’ya veda edeceğiz.